Darwinistler Sahtekarlıklarla Dünyayı Aldattılar


Darwinistler Sahtekarlıklarla Dünyayı Aldattılar

Bilimsel bir teoriyi, örneğin Big Bang teorisini ele alalım. Bu teori, Einstein'ın görecelik kuramından yola çıkılarak önce bir şüphe ve varsayım üzerine ortaya atılmıştı. Bunun ardından söz konusu büyük patlamanın gerçekleştiğini göstermesi gereken deliller aranmaya başlandı. Bu deliller gerçekten de vardı. Söz konusu patlamayı doğrulayan artık radyasyon bulunmuş, evrenin izotopik özelliği (tüm uzayın –270oC olduğu gerçeği) keşfedilmişti. Evrenin gitgide genişlemekte olduğu da bilimsel olarak kanıtlanmıştı. Bu, söz konusu teoriyi kanıtlayan bir başka önemli ve kesin delildi. Dolayısıyla Big Bang teorisi, iddialarının tümü test edilmiş, doğrulanmış ve dolayısıyla kanıtlanmış bir teori haline geldi.
Darwin'in evrim teorisi de "varsayım" adı altında ortaya atılmıştı. (Aslında evrim teorisinin ortaya atılış nedeni tamamen ideolojikti, fakat bilimsel bir teori kisvesi altında insanlara tanıtılmıştı.) Bu teorinin geçerli sayılabilmesi için de, tıpkı Big Bang gibi teorinin iddialarının kanıtlanması gerekiyordu. Bunun için öncelikle hayali evrim mekanizmalarının evrimleşme sağlayıp sağlamadığına bakılması lazımdı. 20. yüzyıl biliminin ilerlemesi, Darwin'in hayali evrim mekanizması "doğal seleksiyon"un evrimleştirici hiçbir rolü olmadığını ispat etmişti. Genetik bilimi ise, hayali bir evrim mekanizması olan doğal seleksiyondan ümidini kesmiş ve buna karşılık mutasyonları bir evrim mekanizması olarak göstermeye çalışmış olan yeni Darwinistleri hüsrana uğratmıştı. Mutasyonların da evrimleştirici bir etkisinin olmadığının anlaşılmasının ardından sıra Darwin'in ve Darwinistlerin en büyük beklentisi olan fosil kayıtlarına gelmişti. Fosil kayıtlarının getirdiği sonuç ise Darwinistler açısından gerçek anlamda büyük bir şoktu! Yıllarca aranmakta olan hayali ara fosiller yeryüzünün hiçbir yerinde yoktu. Araştırmaların derinleştirilmesi ise bu sonucu değiştirmedi. şu ana kadar yapılan tüm araştırmalar sonucunda tek bir ara fosil örneği bile bulunamadı.
Bağlı oldukları batıl dinden vazgeçmek istemeyen Darwinistlerin Darwinizm'e kanıt bulma beklentisi, uzun yıllar devam etti. Ama beklenen hayali deliller hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Fakat buna rağmen Darwinist yalanlar sona ermedi, Darwinizm yanlısı demagoji ısrarla devam ettirildi. İlginç olan, aradan 150 yıl geçmiş olmasına, ele geçen tek bir delil bile bulunmamasına ve dahası fosil kayıtlarının ve genetik biliminin ortaya çıkardığı sonuçların yaratılış gerçeğini kanıtlamış olmasına rağmen, Darwinistlerin bu batıl dinin dimdik ayakta kalabileceğini zannetmeleridir. Elbette bu onlar için büyük bir yanılgı olmuştur. Aslında teorinin savunucuları da canlılık tarihinde bir evrim yaşanmadığının farkındadırlar. Bunu sayısız bilimsel delil sonucunda açıkça görmüşlerdir.
Bütün bunlara rağmen evrim teorisi bir ideoloji ve savunucuları tarafından mutlaka ayakta tutulması gereken batıl bir din olduğundan, Darwinistler sahte bilimsellik rolünü devam ettirmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. İşte Darwinistlerin bu sahte dini ayakta tutmak için 150 yıldır sahtekarlıklara, spekülasyonlara ve sayısız propaganda yöntemine başvurmalarının sebebi budur. Darwinistler kendi batıl dinleri gereğince, insanlara teorilerinin sözde "doğru" olduğu telkinini vermek için başka yol bulamazlar. Çünkü teorinin doğruluğuna dair tek bir tane bile bilimsel delil yoktur. Bu nedenledir ki Darwinizm dinine göre insanlara "bilimsel delil vardır" telkini vermeye çalışırlar.
manzara
Missouri Üniversitesi'nden doktor Nicholas Comninellis, Creative Defense isimli kitabında bu büyük aldatmacanın ileriki yıllarda düşeceği durumla ilgili şu sözlere yer vermiştir:
Felsefi olarak evrim doğması bir rüyadır. Zerre kadar delili olmayan bir teoridir. Elli yıl içinde okullardaki çocuklar oldukça popüler olmuş aldatmacaları okuyacaklar ve bundan (evrim teorisinden) en saçma iddialardan biri olarak bahsedilecek. Pek çoğu on dokuzuncu yüzyıl bilimi ile ilgili akılsızlıkları anlatarak alay edip neşelenecekler.32
Comninellis'in teşhisi doğrudur. Evrim teorisini, aldatmacaya dayanan bir iddia oluşturur ve bu teorinin tarihi, sayısız sahtekarlık örnekleriyle doludur. Evrimin ortaya attığı her iddia, her delil sahtekarlık ürünüdür. Bu sahtekarlıkların tümünün gerçek mahiyeti, gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Fakat bunlar, Darwinizm dininin taraftarları tarafından örtbas edilmeye veya insanlara unutturulmaya çalışılmıştır. Ancak ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, Darwinist propagandanın son derece çürük temellere dayanmakta olduğunu tüm dünya anlamaya başlamıştır. Comninellis'in de belirttiği gibi gelecek kuşaklar, bu büyük aldatmacanın dünya çapındaki etkisini, bu büyük yalanın dünyaca ünlü profesörler ve bilim adamları tarafından savunulmuş olmasını şaşkınlık ve hayretle karşılayacak ve bu büyük akılsızlıkla uzun yıllar alay edeceklerdir.
Deccal, böyle batıl yöntemlerle insanları Allah'ın dininden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Fakat şu anda artık planları tepetaklak olmuştur. Onun kullandığı yöntem – yani Darwinizm – bugün insanların, hatta çocukların dilinde alay konusu haline gelmeye başlamıştır. Tüm dünya, yakın bir gelecekte Darwinizm safsatasını utançla hatırlayacaktır. Kuşkusuz bu, Allah'a başkaldıranlara, Yüce Rabbimiz'in bir tuzağı, bir karşılığıdır. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Böylece işledikleri kötülükleri kendilerine isabet etti ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi. (Nahl Suresi, 34)

1. "Çamurlu Su İçinde İlk Hücre Oluştu" İddiası Sahtekarlıktır

Darwin'in evrim teorisine göre, cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluşan hayali bir "ilk hücre" vardır. Darwinizm'e göre her şey bu "ilk hücre" ile başlar. Bütün canlılığın, kelebeklerin, kuşların, aslanların, kartalların, balinaların, tavşanların, geyiklerin ve nihayet teknolojiler üreten, medeniyetler kuran, profesörler yetiştiren, uzaya çıkan, laboratuvarlarda sahip olduğu hücreleri inceleyen insanın da kaynağı Darwinizm'e göre hep bu hayali "ilk hücre"dir.
Darwinizm'e göre bu hayali ilk hücrenin kaynağı ise; sözde bir miktar çamurlu su, zaman ve tesadüflerdir! Darwinizm dinine göre bu üç sihirli(!) ve akıllı(!) güç birleşerek, Nobel ödüllü bilim adamlarının 21. yüzyıl teknolojisinin hakim olduğu laboratuvarlarda bile üretemedikleri, detaylarını anlayabilmek için insanların yarım yüzyılı aşkın bir süredir üzerinde araştırmalar yaptıkları, son derece kompleks ve mükemmel mekanizmaları, organelleri ve indirgenemez bir kompleksliğe sahip "hücre"yi her nasılsa meydana getirmişlerdir! Dahası, bu üç muhteşem(!) güç birleşerek şu an yeryüzünde gördüğümüz mükemmel canlılığı da meydana getirmişlerdir. Darwinizm dini, işte insanları bu safsataya inandırmaya çalışır.
sitokrom-c
sitokrom C
Tek bir aminoasit zincirinin tesadüfen oluşması imkansızdır. Bu gerçek, Darwinizm'i temelinden yıkmaktadır.
Oysa bu iddia büyük bir sahtekarlık, büyük bir yalandır.
Aslında Darwin'in ortaya attığı çamurlu suda oluşan bu ilk hücre fantazisi, Darwin döneminin son derece geri bilim ve teknolojisine uygun düşmektedir. Darwin'in hücreyi yalnızca içi su dolu bir baloncuk zannettiği dikkate alındığında, bu çocuk masalı da dönemin bilgi ve bilim anlayışından beklenen bir şeydir. O dönemde insanlar, hücrenin neye benzediğini bilmediklerinden bu yalana çok daha kolay kanmışlardır. Fakat genetik bilimi ile ortaya çıkan sonuçlar, Darwinizm'in büyük bir aldatmaca olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. şu anki bilgi ve veriler doğrultusunda hücrenin sahip olduğu sayısız proteinden yalnızca tek bir tanesi bile evrim teorisini çürütmektedir. Proteinler üstün komplekslikte yapılardır ve tesadüfen oluşmaları imkansızdır. Öyle ki laboratuvarlarda bilinçli, kontrollü ortamlarda oluşturulması bile 21. yüzyıl teknolojisiyle mümkün olmamıştır. Böyle bir yapının tesadüfen çamurlu bir suda oluştuğunu iddia etmek, bilim adına gülünç, hatta akla aykırı bir iddiadır. Amerikalı bilim filozofu Stephen C. Meyer, tek bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalinin imkansızlığını şu sözlerle ifade etmiştir:
Sadece 100 amino asit uzunluğunda kısa bir protein molekülünü oluşturmak için aşılması gereken olasılık engellerini düşünün. Protein zincirinde diğer amino asitler ile birleşmeleri için amino asitlerin öncelikle peptid bağı olarak bilinen kimyasal bağlar kurmaları gerekir. Fakat doğada amino asitler arasında diğer birçok türde kimyasal bağ kurulabilir. Tüm bağlantıların peptid bağlarından oluştuğu 100 amino asitlik bir zincir oluşturma olasılığı kabaca 1030da bir ihtimaldir.
İkincisi, doğada her amino asidin kendisine ait aynada yansımasını andıran bir eşi vardır. Biri sol elli L-formunda, diğeri ise sağ elli D-formundadır. Bu birbirinin yansıması olan formlara "optik izomerler" denir. İşlevsel proteinler sadece sol elli amino asitleri kabul eder, fakat sağ elli ve sol elli izomerler doğada aşağı yukarı eşit sıklıkta bulunur. Bunun dikkate alınması, biyolojik olarak işlevsel bir protein elde etmenin olanaksızlığını daha da arttırır. 100 amino asitten oluşan hayali bir peptid zincirinde tesadüfler sonucunda sadece sol elli amino asitleri kullanma olasılığı (1/2)100 ya da yine kabaca 1030 da bir ihtimaldir.
Üçüncü ve en önemlisi ise işlevsel proteinlerin belirli bir dizilimde düzenlenerek birbirine bağlanmış amino asitlere sahip olması gerekir, aynen anlamlı bir cümledeki harfler gibi. Biyolojik olarak 20 amino asit bulunduğu için, belirli bir amino asit elde etme olasılığı 1/20'dir. Bu zincir üzerinde bazı alanların birkaç amino aside izin vereceğini düşünürsek [MIT'den (Massachusetts Institude of Technology) Robert Sauer tarafından belirlenen varyanslar kullanılarak], birden fazla işlevsel proteinde fonksiyonel bir amino asit dizilimini rastgele elde etme olasılığının 1065te bir ihtimal olarak, "yok denecek kadar az" olduğunu görebiliriz. Bu sadece yüz amino asit uzunluğunda bir protein için astronomik büyüklükte bir rakamdır. (Aslında bu olasılık daha da azdır, çünkü doğada bu hesaplamada yer almayan ve proteinlerde yer almayan birçok başka amino asit bulunmaktadır.)
Eğer uygun bağların ve optik izomerlerin sağlanması ihtimali de bu hesaplamaya dahil edilirse, oldukça küçük ve işlevsel bir proteini rastgele elde etme olasılığı o kadar az olur ki, milyarlarca yıl yaşında bir evrende bile bu gerçekten sıfır sayılır (10125'te bir ihtimal). Dahası, işlevsel bir DNA'nın tesadüfi olarak elde edilmesinde benzer ciddi zorluklar olduğunu hesaba katmak gerekir. Bunun yanı sıra, en alt düzeyde kompleks bir hücrede 1 değil, en azından 100 kompleks protein (ve DNA ile RNA gibi diğer başka bio-moleküler bileşenler) bulunması gerekir ve bunlar yakın koordinasyon içindedirler. Bu nedenle hücredeki karmaşıklığın niceliksel olarak değerlendirilmesi, 1960'ların ortalarından beri biyolojinin hayatın kökeni alanında hakim olan bir görüşü güçlendirmiştir: Tesadüf, biyolojik karmaşıklığın ve özgüllüğün kökenini açıklamak için yeterli bir açıklama değildir.33
manzara
Darwinistlerin sahte ilahı tesadüfler hiçbir şeyi yaratmaya güç yetiremezler, tek Yaratıcı alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Bütün bunların ötesinde, asıl önemle üzerinde durulması gereken nokta, proteinlerin var olabilmek için mutlaka proteinlere ihtiyacının olmasıdır. Bir proteinin oluşabilmesi için 100 kadar proteinin görev alması gerekmektedir. Bütün bu proteinlerin aynı anda, aynı yerde ve tüm organelleriyle tam bir hücrenin içinde bulunmaları gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin varlığı için proteinler, DNA ve hücrenin kendisi gerekmektedir. Bu gerçek, zaten daha başından Darwinistlerin iddialarını ortadan kaldırmaktadır. Darwinistler, tek bir proteinin meydana gelişinin açıklamasını yapamamaktadırlar.
Bütün bu kompleks yapıların imkansız oluşumunun tesadüfen gerçekleştiğini varsaydığımızda bile, Darwinistlerin DNA gibi muhteşem bir molekülün içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduran bilginin nasıl olup da tesadüfen oluşabileceğini açıklamaları gerekmektedir. Fakat hücre ve hayatın kökeni ile ilgili her konuda olduğu gibi bu konuda da Darwinistler açıklamasızdırlar. Çarpık Darwinist mantığına göre, çamurlu suyun içinde tesadüfen oluşan bir hücrenin içindeki olağanüstü bilginin de çeşitli dış etkiler yoluyla tesadüfen oluşmuş olması gerekmektedir. Kuşkusuz böyle bir oluşum imkansızdır. DNA'nın içindeki bilgi, DNA ile birlikte yaratılmış muazzam bir bilgidir.
Darwinistlerin "çamurlu suda tesadüfen hücre oluştu" iddiası, hücreyi içi su dolu bir baloncuk zanneden Darwin döneminden kalma köhne bir inanıştır. Ancak 19. yüzyıla ait bu hurafeler, bilimin ve teknolojinin oldukça geliştiği günümüzde artık tamamen geçersizdir. Bir canlı bedeninde açıklanması gereken sayısız kompleks yapı varken, Darwinizm tek bir proteinin oluşumunu bile açıklayamamaktadır. Fakat Darwinistler bu imkansızlıklardan habersiz gibi davranırlar. Halen evrimci yayınlarda; çamurlu sudaki bu imkansız oluşum, adeta bir hikaye kitabındaki öyküler şeklinde anlatılır. Amaç, bu bilimsellikten uzak, mantıksız ama aynı zamanda da ispatsız anlatımla kitleleri aldatabilmektir. Bu batıl dinin taraftarlarına göre, söz konusu hikayeye ne kadar çok kişi inansa, o kadar kişi Darwinizm büyüsünün etkisi altına girecektir.
Bir DNA molekülünün içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi vardır. Böylesine harika bir eserin tesadüfen oluşması ise imkansızdır.
dna molekülü
DNA gibi muhteşem komplekslikteki bir yapının tesadüfen meydana geldiği iddiası Darwinizm'in en büyük utançlarından biridir.
Fakat artık Darwinistlerin sahte hikayelerine insanlar inanmamaktadır. Yaratılanların tümü, evreni ve içindekileri kusursuzca yaratan Yüce Rabbimiz'in üstün gücünü ve kudretini sergilemektedir. Yüce Allah Kuran'da, hücrenin ve insanın üstün yaratılışını şöyle haber vermiştir:
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)
Kuran'ın dışında açıklama arayanlar, yeryüzündeki muhteşemliğe istedikleri kadar basit bir açıklama getirmeye çalışsınlar, Allah'ın yarattığı bu eserin çok büyük ve ihtişamlı olduğu kesin bir gerçektir. Bu üstün yaratılış karşısında evrim teorisinin bir yaşam sahası yoktur. Yüce Allah bir ayetinde yarattığı eserlerin büyüklüğünü şöyle haber verir:
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)

2. "Doğal Seleksiyon Evrimleştirir" İddiası Bir Sahtekarlıktır

Darwin, 1800'lü yıllarda, sözde "evrim mekanizması" olarak bir kavram öne sürmüştü: Doğal seleksiyon.
Doğal seleksiyon, diğer bir ifadeyle 'doğal seçme' demektir. Güçlü ve içinde bulunduğu doğal şartlara uygun olan canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir zebra sürüsünde, daha hızlı koşabilen zebralar hayatta kalacaktır.
Doğal seleksiyon gerçekten de doğadaki canlılar arasında gözlemlenen bir mekanizmadır. Ancak hiçbir zaman evrimcilerin hayal ettikleri gibi, canlılara yeni özellikler ekleme ve yeni bir tür meydana getirme yeteneğine sahip değildir.
Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir coğrafi bölgede bir tanesi daha tüylü, diğeri ise nispeten daha kısa tüylere sahip iki benzer köpek cinsinin yaşadığını varsayalım. Eğer bu bölgede hava sıcaklığı ekolojik bir farklılık nedeniyle önemli ölçüde düşerse, uzun tüylü köpekler kısa tüylü köpeklere göre soğuğa daha dayanıklı olacaklardır. Bunun bir sonucu olarak da uzun tüylü köpekler daha avantajlı hale gelecek, yani daha uzun yaşayacak, daha fazla çoğalacak ve daha kolay beslenecektir. Bir süre sonra kısa tüylü köpeklerin sayısı iyice azalabilir ya da bu canlılar sıcak bölgelere göç edebilirler veya soyları tamamen tükenebilir. Yani uzun tüylü köpekler doğal seleksiyonla seçilmiş ve diğer türe nazaran avantaj kazanmış olurlar.
Ancak dikkat edilirse bu süreç, ortaya yeni bir köpek cinsi çıkarmış değildir. Doğal seleksiyon yoluyla, sadece zaten var olan iki farklı cinsten biri avantaj kazanmıştır. Ortada hiç uzun tüylü köpek yok iken, doğal seleksiyon sonucunda uzun tüylü köpekler oluşmuş değildir. Bu köpeklerin zamanla bir başka canlı türüne dönüşmeleri de zaten kesinlikle söz konusu değildir.
Yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır ve böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne dönüştürmez.
doğal seleksiyon
Doğal seleksiyon yeni bir tür oluşturamaz.
DNA üzerinde gerçekleşecek her mutasyon mutlaka bu yapıya zarar verir.
Kromozom
Histon
G
T
C
A
Kısacası doğal seleksiyon, ortaya yeni türler, yeni özellikler çıkarmamakta, sadece zaten var olan türlerin yaşam olanakları artmaktadır. Yeni bir tür ve yeni bir özellik oluşmadığı için de, evrimcilerin iddia ettiği "evrimleşme" yaşandığından söz edilemez. Bir başka deyişle, doğal seleksiyon hiçbir "evrim" sağlayamaz. Nitekim Darwin'in kendisi de bu gerçeği itiraf etmiştir:
Doğal seleksiyon, yararlı yapıların başlangıç aşamalarının oluşması için yetersizdir.34
Tanınmış evrimci paleontolog İngiliz Colin Patterson'un bu konudaki itirafı ise şöyledir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm'in en çok tartışılan konusu da budur.35
Doğal seleksiyon, yenilik getirip bununla türleri değişime uğratan, örneğin, bir sürüngenin zamanla kuş haline gelmesini sağlayan mucizeler gerçekleştiren bir mekanizma değildir. Ünlü biyolog D'Arcy Wentworth Thompson'un söylediği gibi; "Tabi seleksiyonda gördüğümüz şey yaratmak değil yok etmek, budamak ve yangına sürüklemektir."36
Dolayısıyla Darwinistler, doğal seleksiyonu bir evrim mekanizması olarak insanlara tanıtmaya çalışarak yalan söylemektedirler. Doğal seleksiyonun evrim sağlamadığını kendileri de bilmelerine rağmen, açıkça bu sahtekarlığı insanlara empoze etmeye çalışmaktadırlar. Darwin'den kalan mirasa sahip çıkma arzusu ve hayali senaryolarına yeni bir mekanizma uyduramamamış olmaları, onları bu köhne iddiaya, bu büyük yalana bağımlı kılmıştır. Günümüzde hala bu büyük yalana sahip çıkmaya çalışan Darwinist bilim adamları bulunmaktadır. Bu yalanın ayakta kalamayacağını görenler ise, başka bir yalanla ortaya çıkmışlardır. Bu yalan, "mutasyonlar evrimleştirir" iddiasıdır.

3. "Mutasyonlar Evrimleştirir" İddiası Bir Sahtekarlıktır

Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve bir insana ait tüm genetik bilgileri taşıyan DNA molekülünde, radyasyon ve kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen yer değiştirmeler, kopmalar ve bozulmalardır. DNA'daki bilgiler; A, T, C ve G harfleri ile simgelenen 4 ayrı nükleotidin birbiri ardınca özel ve anlamlı bir sıra içinde dizilmesi ile oluşurlar. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi olması, o yapıyı tamamen bozacaktır. Sözgelimi çocuklarda görülen kan kanseri hastalığı DNA'daki harflerden birinin yanlış olması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çernobil'de meydana gelen radyasyon sızıntısı ve Hiroşima'ya atılan atom bombası sonucunda, sonraki nesil çocukların sakat kalmalarının veya kanser gibi hastalıkların başgöstermesinin nedeni de yine mutasyonların vücutlarında oluşturdukğu bu tür zararlı etkilerdir.
Hemen hemen bütün mutasyonlar zararlıdır ve genellikle canlı için ölümcüldürler. Zarar vermeyen mutasyon örnekleri ise genellikle organizmaya hiçbir zaman fayda getirmemiş, en fazla etkisiz kalmışlardır. Bilim adamları, incelenmiş tüm mutasyonların arasında, tek bir tanesinin dahi açıkça canlının hayat sürecini olumlu etkileyemediği sonucuna varmışlardır.37
Fakat evrim teorisi, sözde "yeni" canlılar üreten, mucizeler gerçekleştiren bu hayali mutasyonlara dayanır. Darwinistler, türlerin, hayali ve faydalı sayısız mutasyonun ortaya çıkardığı mükemmel yapı ve organlar vesilesiyle birbirlerinden türediği iddiasındadırlar. Darwinistler açısından yüz karası olan bu iddia, mutasyonların bir organizmaya mutlaka zarar verdiği gerçeğini bilen Darwinist bilim adamları tarafından ortaya atılmaktadır. Dahası Darwinistler, mutasyonların bu zararlı etkilerini çok iyi bilmelerine rağmen, söz konusu iddialarına laboratuvarda mutasyona uğratılmış dört kanatlı bir mutant meyve sineğini örnek gösterirler. Dikkatlice gerçekleştirilen mutasyonlar sonucunda meyve sineğinde üretilen fazladan iki kanat, Darwinistler tarafından mutasyonların evrimleştirebileceği iddiasının en büyük kanıtı gibi sunulmuştur. Ama aslında bu söz konusu iki kanat, canlıya fayda değil zarar vermiş, canlının uçma yeteneğini yitirmesine yol açmıştır. California Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan Wells, bu durumu şöyle açıklamaktadır:
1970'lerde California Teknoloji Enstitüsünden genetikçi Edward B. Lewis, üç mutant türünü dikkatlice çiftleştirerek, dengeleyicilerin normal görünümlü ikinci bir çift kanada dönüştüğü bir meyve sineği üretmeyi başardı.
mutasyonlar
Mutasyonlar canlıları geliştirmez, onlara yalnızca zarar getirirler.
Mutasyonların zararlı etkileri, resimdeki canlılarda açıkça görülebilmektedir. Mutasyonlar canlıları ya sakat bırakır ya da onları öldürürler.

Mutasyonlar Simetri Düşmanıdır

simetri
Bir ayçiçeğinin yapraklarında, salyangozun kabuğunda, çam kozalağında ya da parmaklarımızın uzunluğunda bulunan matematiksel oran Allah'ın yarattığı olağanüstü güzelliklerden, nimetlerden bir tanesidir. Bu, bilim adamlarının "Altın oran" ismini verdikleri hayranlık uyandıran bir uyumdur.
Altın oran adı verilen ve Ortaçağ'ın en etkili matematikçisi Fibonacci'nin bulduğu sayı dizisinin özelliği, dizideki sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.
Fibonacci dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, ... şeklinde ilerlemektedir.
Dizideki sayılar bir öncekine bölündüğünde, birbirine çok yakın sayılar elde edilir. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılan 1,618'dir.
Bu muhteşem oran, Allah'ın bir mucizesi olarak, doğadaki birçok varlıkta gözlenebilir. Hücrelerimizin içindeki DNA sarmalından, uzaydaki galaksilerin şekillerine, kar kristallerinden mikrocanlılara, boynuz ve dişlerden, salyangoz kabuklarına kadar altın oranı bulmak mümkündür. Altın orana en çarpıcı örnek, insan bedenidir.
İnsan vücudunda,
Yüzün boyu - Yüzün genişliği,
Dudak- kaşların birleşim yeri arası - Burun boyu,
Yüzün boyu - Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası,
Ağız boyu - Burun genişliği,
Burun genişliği - Burun delikleri arası,
Göz bebekleri arası - Kaşlar arası.
Parmak ucu-dirsek arası - El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe - Kafa boyu,
Göbek-baş ucu arası mesafe - Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe,
Göbek-diz arası - Diz-ayak ucu arası.
Mükemmel bir altın oran örneğidir.

altın oran
Rabbimiz, Kuran'da "Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır"şeklinde bildirmektedir (Talak Suresi, 3). İşte "Altın Oran", Allah'ın bizler için var ettiği üstün yaratılış delillerinden biridir. (Detaylı bilgi için bkz. http://www.altinoran.org)
Canlılardaki mükemmel simetri ve bu muhteşem altın oran, Darwinistlerin evrim iddiasını başlıbaşına yok eder. Çünkü Darwinistlerin, sözde "evrimleştirici güç" atfettikleri mutasyonlar birer simetri düşmanıdır. Darwinistlerin iddiasına göre, başıboş mutasyonlar oluştuklarında, canlılarda mükemmel altın oranın oluşamaması gerekir. Canlı varlıklarda müthiş bir dengesizlik ve intizamsızlık meydana gelmesi gerekir. Çünkü mutasyonlar düzensiz olaylardır. Mutasyonlar, bir canlıda daha önce var olmayan bir kolu meydana getirip, ona oranlı bir el oluşturup, elin parmaklarını bu matematiksel orana göre düzenleyemezler. Dahası, bunun ardından vücudun tam karşı tarafında olağanüstü bir simetri içinde yeni aynı uzunlukta bir başka kol, aynı büyüklükte ve tam simetrik şekilde ayarlanmış bir başka el ve aynı hassas matematiksel orana sahip aynı sayıdaki diğer parmakları meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, önceden karar alıp, mükemmel komplekslikte bir gözü meydana getirip, onun hemen ardından tam karşı tarafından yüze ve diğer göze mükemmel uyumlu, aynı büyüklük, renk ve biçimde ve aynı işlevlere sahip yepyeni ve gören bir göz daha meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, sağ tarafta Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde bir kulak meydana getirip, hemen sol tarafta da aynı simetride, aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulak meydana getiremezler. Örs, çekiç, üzengi gibi yapıların her birini mükemmel biçimde oluşturup, bunlara işlevler verip, aynı simetride kusursuz şekilde oluşturamazlar.
Bir canlının yaşayabilmesi için rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını da kalbin iki tarafında aynı biçimde, aynı simetride ve aynı fonksiyonu yerine getirecek şekilde oluşturmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, o canlı yaşamını sürdüremeyecektir. Bu oran ve simetrinin, vücudun her organında aynı şekilde oluşturulması gerekir. Çünkü günümüzdeki canlılar da, geçmişte yaşamış olanlar da, aynı mükemmel simetriyi sergilemektedirler. Canlıların hiçbiri, bir kulağı ters, bir akciğeri farklı, tek gözü alnında, teki burnunda olacak şekilde var olmamaktadır. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistler mutasyonların evrimleştirdiğine dair iddialarıyla büyük bir kitleyi aldatmaya çalışmaktadırlar.
Bir kulağı ters, bir gözü alnında canlılar oldukça nadir olarak karşımıza birer ucube varlık olarak çıkarlar. İşte mutasyonların meydana getirdiği sonuç budur. Mutasyonlar, düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması kuşkusuz ki o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Söz konusu mutasyonların tek bir tanesinin etkisiz kalması veya makinalı tüfekle taranmış vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur.
Basında ve bilim çevrelerinde ilgi çeken, pek de uzun yaşamayan bu canlılara söz konusu garip görünümü veren şey mutasyonlardır. Mutasyonlar, canlı organizmanın genlerini bozulmaya uğratmış, canlıya ait muhteşem simetriyi ortadan kaldırmış, onu yaşayamaz duruma getirmiştir. Ancak burada unutulmaması gereken şey mutasyonların da Allah'ın konrolünde gerçekleşen olaylar olduğudur. Allah yaratmasındaki mükemmelliği insanlara göstermek için böyle örnekler yaratmakta, yaratma sanatını göstermektedir.
İlk bakışta Carroll'un deneyi, düzenleyici DNA'daki küçük gelişimsel değişimlerin görünümde büyük evrimsel değişimler üretebileceği iddiasına kanıt sağlıyor gibi gözükebilir. Ama meyve sineği hala meyve sineğidir. Dahası, ikinci çift kanat normal gözükmesine rağmen uçma kaslarından yoksundur. Dört kanatlı bir meyve sineği kuyruğundan faydasızca sarkan bir çift kanadı olan bir uçak gibidir. Canlı, uçmada ve çiftleşmede büyük zorluk yaşar, bu yüzden yalnızca laboratuvarda yaşayabilir. Evrime kanıt olarak sunulan, dört kanatlı meyve sineği, sirk gösterilerindeki iki başlı danadan daha iyi değildir.38
Jonathan Wells, sözlerine şöyle devam eder:
Fazla kanatlı ya da eksik bacaklı özürlü meyve sinekleri gelişim genetiği hakkında bize bir şeyler öğretti, ama evrim hakkında hiç bir şey öğretmedi. Tüm kanıtlar tek bir sonucu göstermektedir: Bir meyve sineği embriyosuna ne yaparsak yapalım, yalnızca üç olasılık meydana gelebilir - normal bir meyve sineği, kusurlu bir meyve sineği ya da ölü bir meyve sineği. At bir yana, at sineği bile değil.39
Görüldüğü gibi, Darwinistlerin çarpık iddialarına yegane delil olarak göstermeye çalıştıkları dört kanatlı mutant meyve sineği de, kusurlu bir meyve sineğinden fazlası değildir. Mutasyonlar, bir canlı üzerinde ne kadar etkili olursa olsunlar, o canlı türüne bir başka canlıya ait özellik ekleme gibi mucizevi bir yetenekten yoksundurlar. Ama Darwinistler canlıda mutasyonlar yoluyla mucizeler oluştuğu yalanına inanmak isterler.
İlginç olan, söz konusu meyve sineğinin kusurlu olduğu Darwinist bilim adamları tarafından bilinmesine rağmen, bu mutantın halen ders kitaplarında mutasyon ile evrimin en büyük kanıtı olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Moleküler biyolog Jonathan Wells konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Peter Raven ve George Johnson'ın 1999 baskılı ders kitabı Biology'e göre, "evrim genetik mesajdaki değişimlerle başlamıştır... Mutasyon ve yeniden birleşim (mevcut genlerin yeniden düzenlenmesi) yoluyla gerçekleşen genetik değişim evrim için hammadde üretir." Kitaptaki aynı sayfa, dört kanatlı meyve sineğinin resmine yer vermekte ve onu "gelişimin kritik evresini düzenleyen bir gen olan Ultrabithorax'daki değişimlerden dolayı bir mutant" diye nitelendirmekte, ayrıca iki göğüs kısmına ve dolayısıyla iki çift kanada sahip olduğunu da eklemektedir.
Mezkur ders kitabı, karışıklığa ilaveten, ilave kanatların bir yapı kazancını temsil ettiği izlenimini okura vermektedir. Ama gerçekte dört kanatlı meyve sineği uçuş için gerekli yapılardan yoksundur. Dengeleyicileri kaybolmuştur ve onların yerini yeni bir şey değil, diğer kısımda zaten bulunan yapıların kopyaları almıştır. Her ne kadar dört kanatlı meyve sinekleri resimleri, mutasyonların yeni bir şey eklediği izlenimini verse de, bunun tam tersi gerçeğe daha yakındır.40
Darwinizm'in iddia ettiği canlılığın başlangıcını temsil eden ve tesadüfen meydana gelmesi imkansız olan o "hayali ilk hücre"nin kendi kendine meydana geldiğini varsaydığımızda bile, kompleks yapısıyla bir insan oluşana kadar gerçekleşmesi gereken hayali evrim sürecinin en küçük aşamasında bile muazzam miktarda genetik bilgi üretilmesi ve sayısız mutasyonun gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu mutasyonların miktarı çok olurken aynı zamanda bunların "tümünün" canlıya bir fayda veya bir "yenilik" getirecek özellikte olması zorunludur. Çünkü gelişmekte olan bu hayali yeni organizmada gerçekleşecek tek bir hata, sistemin tamamen bozulup çökmesine neden olacaktır. Mutasyonların %99 gibi bir oranda zararlı ve %1 oranında etkisiz olduğu dikkate alınırsa, evrim teorisine göre meydana gelmesi gereken bu milyarlarca mutasyonun her birinin istisnasız faydalı olduğunu iddia etmek kuşkusuz akla ve bilime aykırıdır.
Dolayısıyla bir canlıda daha önce var olmayan yepyeni bir uzvun veya bir özelliğin, mutasyonlar sonucunda meydana gelmesi imkansızdır. Mutasyonların bir canlıya, o canlıya ait olmayan yeni bir bilgi ekleme ve onu farklı bir canlı haline getirme gücü yoktur. Mutasyon iddiası, Darwinizm yalanının, Darwinist mantıksızlığının en büyük göstergesini temsil eder. Çünkü evrim fikri, temelde, gerçekte olmayan bu hayali "faydalı mutasyonlara" dayanmaktadır.
mutasyonlar
Mutasyon
DNA sarmalı
Canlı DNA'sı oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Rastgele her türlü müdahale, bu yapıya ancak zarar verecektir. Bu ise hasta, sakat ve ölü organizmaların oluşmasına sebep olacaktır

Varsayılan Faydalı Mutasyonlar İçin Gereken Sonsuz Zaman

Gerçekten faydalı mutasyonların gerçekleşebileceği ihtimalini varsaydığımızda bile, mutasyon iddiası evrim teorisine uymamaktadır. MIT (Massachusetts Institue of Technology -Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)'de, Elektrik Mühendisliği Fakültesi Profesörü Murray Eden, "Neo-Darwinist Evrimin Bilimsel Teori Olarak Yetersizliği" başlıklı makalesinde, adaptasyon amaçlı bir değişimi meydana getirmek için altı mutasyon gerekiyorsa, bunun tesadüfen ancak bir milyar yılda bir gerçekleşeceğini, eğer iki düzine gen dahil olacaksa, bu durumda dünyanın yaşından daha uzun bir sürenin, daha doğrusu 10,000,000,000 yıla ihtiyaç olacağını açıklamıştır.41 Matematikçiler, birden fazla mutasyonun aynı anda meydana gelmesi gereken kompleks yapı ve organlarda, mutasyonların faydalı ve etkili olduğu varsayıldığında bile, Darwinistler açısından bir zaman problemi olduğunu açıkça belirtmektedirler. En koyu Darwinistlerden paleontoloji profesörü George G. Simpson bile, beş mutasyonun aynı anda gerçekleşmesinin sonsuz zaman alacağını açıkça belirtmektedir.42 Sonsuz zaman, böyle bir ihtimalin olmadığı anlamına gelmektedir. Ve bu aynı zamanda, canlı organizmaların sahip oldukları tüm yapı ve organlar için geçerli bir ihtimaldir. şu durumda günümüzde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğinin mutasyonlarla meydana gelme ihtimalinin imkansız olduğu açıktır.
Evrimci George G. Simpson, söz konusu mutasyon iddiası ile ilgili bir başka hesaplama daha yapmış ve her gün yeni bir jenerasyon oluşturabildiğini varsaydığımız 100 milyon bireylik bir topluluk içinde, mutasyonlardan elde edilebilecek olumlu bir sonucun ancak 274 milyar yılda bir meydana gelebileceğini itiraf etmiştir. Bu sayı, 4.5 milyar yıl olarak tahmin ettiğimiz Dünya'nın yaşının yüzlerce kat üzerindedir.43 Tabi tüm bunlar, mutasyonların olumlu bir etkisinin olduğunu veya yeni jenerasyonlar meydana getirebildiğini varsaydığımızda ortaya çıkan hesaplamalardır. Fakat gerçek dünyada böyle bir varsayıma yer yoktur.

Sözde Evrimleşen Canlı Bedeni, Neden Mutasyonlara Karşı Korunuyor?

Tüm evrimci bilim adamları bilmektedirler ki, bir canlının DNA'sında durup dururken bir kopyalama hatasının meydana gelme ihtimali son derece düşüktür. Araştırmalar hücrelerde genetik hataların oluşmasını engelleyecek koruma unsurlarının var olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. DNA bilgisi, birbirini hatalara karşı kontrol eden birbirinden farklı sayısız enzim var olmadan kopyalanamaz. Bunlar doğru amino asidin doğru tRNA'ya bağlandığına emin olunması için çift süzgeçli enzimleri içerir. Bir süzgeç fazla büyük amino asitleri reddederken, diğeri fazla küçük olanları reddeder. Bu son derece hassas ve akıllı bir sistemdir. Bu akıllı sistemde hata meydana gelmesi ihtimaline karşı son kontrolü yapan enzimler de mevcuttur. Bilim adamları, kendi akılları dahilinde DNA'nın bütünlüğünü korumaya yönelik daha iyi bir hücresel kontrol ve koruma sistemi hayal edemedikleri sonucuna varmışlardır.44
30 yıl boyunca Sorborne evrim kürsüsü başkanlığını yapan Pierre Paul Grassé bu konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Rüzgarla taşınan tozun Dürer'in "Melancholia"sını oluşturma ihtimali, gözü oluşturan DNA moleküllerinde meydana gelebilecek bir kopyalama hatası ihtimalinden çok daha küçüktür.45
Darwinistler, DNA'daki bu mucizevi sistemi görmezden gelir, bu konuyu derinlemesine araştırıp buna açıklama getirmekten kaçınırlar. Fakat bir yandan da meydana gelme ihtimali neredeyse imkansız olan kopyalama hataları üzerine bir yaşam tarihi senaryosu meydana getirirler. Bu, Darwinist mantığın hezimetini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon iddiasının evrim için kesin olarak bir açıklama olmadığının anlaşılmasının ve genetik kanunlarının Darwinizm'e bir darbe olarak ön plana çıkmasının ardından, Neo-Darwinizm'in en büyük silahı olarak ortaya çıkarılan "mutasyonların evrimleştirici etkisi" iddiası, görüldüğü gibi bir aldatmacadan ibarettir. Canlı organizmayı bozan, öldüren, yok eden, kimi zaman ondan sonraki tüm nesilleri etkileyerek zarar veren mutasyon gibi bir mekanizmanın yepyeni canlılar ortaya çıkardığını iddia etmek kuşkusuz büyük bir saçmalıktır. Fakat kitleler, yıllar boyunca bu yalan ile kandırılmışlardır. Elbette Darwinist bilim adamları da mutasyonların böylesine mucizevi bir gücü olamayacağını bilmektedirler. Nitekim çağımızın en ateşli Darwinistlerinin başında gelen Richard Dawkins bile; "Mutasyonların çoğu zararlıdır, istenmeyen bir yan etkinin ortaya çıkması oldukça muhtemeldir"46 sözleriyle bu gerçeği itiraf etmiştir. Darwinistlerin hala bu çürük iddiayı evrimin bir mekanizması olarak sunmaya çalışmaları ve bunda hala ısrarlı olmaları, batıl Darwinizm dinine bağlılıklarından kaynaklanmaktadır.

4. "Ara Fosil Bulundu" İddası Bir Sahtekarlıktır

Darwin döneminde ara fosillerin yokluğu, aşılabilir bir problem olarak görülüyordu. Darwin, yeryüzü katmanlarında teorisini doğrulayabilecek tek bir ara fosil bulunamamış olmasını şaşkınlıkla karşılıyor, ama yine de bunların "gelecekte bulunacağına" inanıyordu. Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" bölümünde konuyla ilgili olarak şunları yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? 47
türlerin kökeni kitabı
Darwin'in Türlerin Kökeni kitabının orjinal nüshası
Darwin'in beklentisini yalanlayan ve yaklaşık 150 yıldır bir tane bile bulunamayan ara fosiller, Darwin'in teorisini yerle bir etti. Yapılan kazılar sonucundan 350 milyondan fazla fosil çıkarıldı. Bu fosiller, Darwinizm'in dehşetli yenilgisini kesin olarak ilan ettiler. bu fosillerin tamamı tam ve mükemmel canlılara aittiler. Büyük bir kısmı günümüzde yaşayan canlıların milyonlarca yıl önceki örnekleriydiler. 350 milyon fosil arasında ise bir tane bile ara fosil bulunmuyordu.
Ara fosil yokluğu Darwinizm'in ölümü demekti ve batıl Darwinizm dininin savunucuları tarafından kabul edilemez bir durumdu. İşte bu nedenle Darwinistler, geleneksel yöntemlerine başvurdular ve hayali ara fosiller üretmeye başladılar. Bugün Darwinist kaynaklı yayınlara, bu konuyu işleyen lise ve üniversite kitaplarına baktığımızda ara form adı altında tanıtılmış olan tüm canlı fosillerinin aslında birer sahtekarlık ürünü olduğunu görürüz. Kimi zaman soyu tükenmiş canlılar, kimi zaman hayali çizimler, kimi zaman tek bir diş fosili, kimi zaman da bir laboratuvar ortamında hileyle hazırlanmış kafatasları kullanılarak üretilmiş olan bu uydurma deliller, ara fosil olmayışının ve Darwinizm'in bir aldatmaca olduğunun önemli birer kanıtıdır.
Matematik profesörü Wolfgang Smith ara fosil olmadığı gerçeğini açıkça itiraf eden bilim adamlarındandır:
"En temel düzeyde, çok açık ve ayrıntılı şekilde ortaya çıkmıştır ki, ara fosil yoktur ve sözde kayıp halkalar gerçek anlamda var olmamıştır."48
Evrimci paleontolog Stephen Stanley ise ara fosil olmadığı gerçeğiyle ilgili şu yorumları yapmaktadır:
Bilinen fosil kayıtları büyük bir morfolojik geçişi gerçekleştirebilen tek bir filetik (ırka ait) evrim örneği bile gösterememiştir bu nedenle de basamaklı modelin geçerli olabileceğine dair bir kanıt da sunmamaktadır.49
Kansas Üniversitesi'nden Jeolog Ronald R. West'in ise bu konudaki yorumu şöyledir:
Eğer evrim doğru olsaydı, fosil kayıtlarının şunları göstermesi gerekir:
1. Hayata dair deliller taşıyan en eski kayaçlarda fosilizasyona girebilecek en eski başlangıç yaşam formlarına rastlanmalı,
2. Daha genç kayaçlar daha komplex yaşam formlarının fosillerinin delillerini taşımalı,
3. Yaşam formlarında basitten daha karmaşığa doğru basamaklı bir geçiş olmalı,
4. Çok yüksek sayıda ara geçiş formları fosilleri olmalıydı.
Oysa ki, birçok bilim adamının yazdığının aksine, fosil kayıtları Darwin'in evrim teorisini desteklemez.50
Darwinistler, şimdiye kadar tek bir gerçek ara geçiş form örneği getirememişlerdir. Yeryüzü katmanlarından tek bir tane bile ara fosil çıkarılmamıştır. Evrim müzelerinde sergilenen tek bir gerçek ara form örneği yoktur. 350 milyon fosilin tamamı evrimi reddetmiştir. Bunların tümü, ya günümüzde yaşayan ya da soyu tükenmiş canlıların, tam, eksiksiz, mükemmel fosil örnekleridir.
Ara form yokluğu artık Darwinistlerin bile inkar edebilecekleri gibi değildir. Kimi zaman Darwinistler, çeşitli zorunluluklar karşısında bunu açıkça belirtmek durumunda kalırlar. Buna bir örnek evrimci paleontolog Colin Patterson'un konuyla ilgili ifadeleridir:
Evrimsel geçişlere dair kitabımdaki (Evolution) doğrudan örnek eksikliği konusundaki yorumlarınıza tamamen katılıyorum. Eğer fosil ya da canlı bildiğim bir tane olsaydı, kesinlikle kitabıma eklerdim... Açık konuşacağım fosil kayıtlarında, birinin sağlam bir argüman oluşturacağı tek bir tane ara geçiş formu yoktur.51
fosil aramak
Tüm fosiller yaratılışı ispat etmektedir...
Yeryüzünde 380'den daha fazla fosil yatağı bulunmaktadır. Bu fosil yataklarından şimdiye kadar 350 milyondan fazla fosil çıkarılmıştır. Bu fosillerin tamamı yaratılışı ispat etmektedir. Ele geçirilen fosillerden ise tek bir tanesi bile ara fosil değildir.
Ara form yokluğu, Darwinistlerin büyük çoğunluğunun yaptığı gibi laf arasında geçiştirilecek veya önemsiz bir konu gibi karşılanacak bir durum da değildir. Ara form yokluğu evrimin yokluğu anlamına gelir. Evrim teorisinin geçerli olması için tek bir fosil yeterli değildir, birkaç fosil de yeterli değildir. Bu fosillerin milyonlarca olması gerekir. Fakat mevcutta bir tane bile ara fosil bulunmamaktadır. Dolayısıyla yalnızca bu gerçek – yani 2000'li yılların başlarında fosil kayıtları yaklaşık %100'e ulaşmışken milyarlarca olması gereken ara fosillerden tek bir tanesine bile ulaşılamamış olması – evrimin bir yalan olduğunun başlı başına çok güçlü ve kesin bir kanıtıdır.
Oxford Üniversitesi zooloji bölümünden Mark Ridley fosil kayıtlarının evrime bir Darwinist yalanı ortaya çıkarmak dışında hiçbir şey sağlamadığını şu şekilde açıklamıştır:
İster aşamalı ister sıçramalı evrimi savunuyor olsun, hiçbir gerçek evrimci, fosil kayıtlarını özel yaratılışın karşısında evrimi savunmak için kullanmaz...52
İlginç olan, Darwinistlerin -bu gerçeğe rağmen- daha sonra örneklerini göreceğimiz gibi, eksiksiz, tam, mükemmel formdaki fosilleri halen ara fosil olarak sunmaya çalışmaları veya ara form fosillerini kendileri üretmeleridir. Sahtekarlığa başvurulmasının sebebi kuşkusuz bilimsel gerçek bir delil getirememeleri, çaresiz kalmalarıdır. Darwinizm'i sahte yapan en önemli unsur zaten bu batıl dinin savunucularının, yalana, aldatmaya mecbur olmalarıdır. Bu batıl dini savunanlar sözde bilim adına hareket ettiklerini söylemektedir, oysaki bilimin getirdiği sonuçlar evrim teorisini açıkça yalanlamaktadır. Darwinistlere göre, batıl Darwinizm dininin ayakta kalması yalnızca sayısız yalan yoluyla gerçekleştirilebilir. Bu nedenledir ki Darwinistlerin, bu düsturun bir parçası olarak yaptıkları "ara fosil bulundu" propagandası da büyük bir sahtekarlıktır.
sahte ara formlar
Ara fosil bulamayan Darwinistler, çözümü soyu tükenmiş canlıları ara form olarak göstermekte bulurlar. Oysa bu canlılar, tam, eksiksiz, mükemmel canlılardır.

5. Darwinistlerin Yaşayan Fosilleri Örtbas Etmeye Çalışmaları Bir Aldatmacadır

ginkgo yaprağı fosili
50 milyon yıllık ginko yaprağı fosili günümüz ginko yaprağıyla aynıdır.
Darwin, araştırmaları sırasında Ginkgo ağacının yaprağının fosilini bulduğunda oldukça şaşırmıştı. Günümüzde yaşayan bir canlının aynısı, milyonlarca yıl önceki katmanlarda bugünkü şekli ile vardı. Teorisinin geçersizliğini kanıtlamaya yeterli olan ve Darwin'i gerçekten de endişeye sürükleyen bu fosil, yine Darwin'in kendisi tarafından "yaşayan fosil" olarak adlandırılacaktı.
Darwin eğer şu anda yaşıyor olsaydı, kuşkusuz bu konudaki endişesi çok daha büyük olurdu. Çünkü gingko, günümüze kadar gelmiş tek yaşayan fosil değildir. Yeryüzü tabakalarından çıkarılmış 350 milyondan fazla fosilin bir kısmını tam ve mükemmel soyu tükenmiş canlılar, büyük bir çoğunluğunu ise yaşayan fosiller oluşturmaktadır. Şu an var olan türlerin büyük bir kısmının milyonlarca yıllık fosil örnekleri bulunmuş ve sergilenmiştir. (Detaylı bilgi için Bkz. http://www.yaratilismuzesi.com/fosiller/ vehttp://www.yaratilisatlasi.com/) Günümüzde yaşayan atlar, zürafalar, balıklar, köpekler, kuşlar, sürüngenler şu anki halleri ve görünümleriyle milyonlarca yıllık izler bırakmışlardır. Yaratılış Atlası adlı eserin tüm ciltlerinde, ülkemizde düzenlenen çeşitli sergilerde ve Yaratılış Müzesi adlı internet sitesinde sergilenmekte olan fosiller, bahsi geçen örneklerin yalnızca bir kısmıdır. Söz konusu örnekler o kadar fazla sayıdadır ki, neredeyse günümüzdeki her canlı milyonlarca yıllık türdeşi tarafından temsil edilmektedir. Ve bu fosiller, günümüz canlılarıyla mükemmel bir uyum göstermektedir. Milyonlarca yıl önceki fosiller ile günümüz canlıları arasında hiçbir fark yoktur. Canlılar değişmemişlerdir. İlk yaratıldıkları halleri gibidirler.
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Müdürü tanınmış evrimci paleontolog Niles Eldredge, evrimin en büyük çıkmazlarından biri olan yaşayan fosiller gerçeği karşısındaki acizliklerini şu sözlerle açıklamıştır:
Yaşayan bir organizma ile onun uzak jeolojik geçmişteki fosilleşmiş ataları arasında karşılaştırabileceğimiz herhangi bir parça üzerinde neredeyse hiçbir değişiklik yok gibi görünmektedir. Yaşayan fosiller, evrimsel durağanlık fikrinin uç derecede somut örnekleridir... Yaşayan fosillerin sırrını tam anlamıyla çözemedik.53
Her ne kadar Niles Eldredge Darwinistlerin çaresizliklerini kendince gizlemeye çalışıp "evrimsel durağanlık" ifadesini kullanarak, "sanki geçmişte evrimsel bir süreç yaşanmış ama durağanlığa uğramış" gibi bir izlenim oluşturmaya çalışsa da, gerçek şudur: Fosil kayıtları, tarihin hiçbir döneminde evrimsel bir süreç yaşanmadığını ispatlamaktadır. Tüm canlı türleri bugün sahip oldukları özelliklerle bir anda ortaya çıkmış ve on milyonlarca sene boyunca en küçük bir değişikliğe dahi uğramamışlardır. Balıklar hep balık, sürüngenler hep sürüngen, memeliler hep memeli, insan da hep insan olarak var olmuştur. Darwin'in en büyük beklentisi olan fosil kayıtları Darwin'in teorisini çürüten en güçlü delil olmuştur.
Kuşkusuz bu durum, tek bir ara fosil ile bile desteklenmeyen evrim teorisi için büyük bir yıkımdır. İşte bu nedenle, varlıkları Darwinist bilim çevreleri tarafından çok iyi bilinmesine rağmen, yaşayan fosiller, hiçbir zaman gündeme getirilmez, örtbas edilirler. Evrimci kaynaklara bakan bir kişi, sadece birkaç tane yaşayan fosil olduğu izlenimine kapılacaktır. Çünkü Darwinistler tarafından ön plana çıkarılan yalnızca birkaç yaşayan fosil vardır. Yine aynı kaynaklarda bu birkaç fosilin bir mucize eseri değişmeden kaldıkları ve sayısız hayali evrim delili içinde birer "istisna" oldukları görünümü verilmeye çalışılır.
Oysa bu bir aldatmacadır.
yaşayan fosiller
YAŞAYAN FOSİLLER
54-37 milyon yılllık sassafras yaprağı fosili
40 milyon yılllık hurma yaprağı fosili
125 milyon yıllık yusufçuk fosili
98 milyon yıllık kaplumbağa fosili
4 milyon yıllık denizatı fosili
65 milyon yıllık vaşak kafatası fosili
150 milyon yıllık istridye fosili
110 milyon yıllık tarpun balığı fosili
yaşayan fosiller
51 milyon yıllık çakal kafatası fosili
45 milyon yıllık zebra kafatası fosili
3,9 milyon yıllık deve kafatası fosili
50 milyon yıllık antilop kafatası fosili
Amerikalı paleontolog S. M. Stanley, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gerçeğin, bilim dünyasına hakim olan Darwinist diktatörlük tarafından nasıl göz ardı edildiğini ve ettirildiğini şöyle anlatır:
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle uyumlu değildir ve hiçbir zaman da uyumlu olmamıştır. İlgi çekici olan şey, birtakım tarihsel koşullar aracılığıyla, bu konudaki muhalefetin gizlenmiş oluşudur... Çoğu paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavaş ve kademeli değişikliklerin yeni tür oluşumunu sağladığı yönündeki vurgusuyla çeliştiğini hissetmiştir... Ama onların bu düşüncesi susturulmuştur.54
Ne kadar susturulmaya çalışılsa da ortada artık gizlenemeyecek açık bir gerçek vardır: Yaşayan fosiller milyonlarcadır. Şu an Darwin'in evrim teorisi, fosil kayıtlarının verdiği sonuçlar karşısında kesin olarak yenilgiye uğramış durumdadır. Bilimsel bulgular, Darwinizm'i çökertmiştir. Darwinistler, artık yaratılış gerçeğinin delilleri olan bu fosilleri saklayamamaktadırlar. Gerçekler ortaya çıkmış, Darwinizm'in çöküşü Darwinistlerin en büyük dayanağı olan fosil kayıtları tarafından ilan edilmiştir.
Darwinist tuzak bozulmuş durumdadır. Darwinizm'e göre teoriyi desteklemesi beklenen fosiller, Allah'ın izni ve takdiri ile Darwinizm'in sonunu getirmiş bulunmaktadır. İnsanlar, canlıların tümünü Allah'ın yoktan yaratmış olduğu gerçeğini bu vesileyle kesin olarak görmüş bulunmaktadırlar. Bu delil görüldükten sonra, aksi iddialarla ortaya çıkmanın hiçbir değeri ve hiçbir etkisi yoktur. Yüce Allah, kaderde deccalin sistemini baştan yıkılmış, yok olmuş olarak yaratmıştır. Bu gerçek, herkes tarafından açıkça, tartışmasız şekilde görülmektedir. Yüce Rabbimiz tüm varlıkları yoktan yaratmış olduğunu ayetlerinde şu şekilde haber vermektedir:
Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, her şeyi bilendir. (Bakara Suresi, 28-29)

6. Kambriyen Fosillerinin 70 Yıl Saklanması Bir Aldatmacadır

Canlı tarihinin en eski devirlerinden biri olan Kambriyen dönemi, 543-490 milyon yıl öncesini temsil eder. Bu dönemin öncesinde tek hücreli canlılar ve birkaç çok hücreli türü hüküm sürerken, aniden tam ve mükemmel halleri ile olağanüstü bir canlı çeşitliliği meydana gelmiştir. Bu canlıların tümü, önceki canlılardan çok farklı şekilde, günümüz canlılarına ait olağanüstü komplekslikte özelliklere sahiptirler. Bu özelliğiyle Kambriyen dönemi evrim teorisine büyük bir darbedir.
Kambriyen dönemine ait fosilleri bulunan canlılar, günümüzde var olanlar da dahil olmak üzere 55 filumun örneğini vermektedir. (Filum: Canlıların temel vücut yapılarına göre sınıflandırılmaları için kullanılan "alem"den sonraki en büyük kategori). Bir başka deyişle günümüz canlılarının, hatta daha da fazlasının temel vücut yapıları, günümüzden yaklaşık 540 milyon yıl önce mükemmel şekli ile vardır. (Günümüzde var olan filum sayısı 35'tir.) Kambriyen canlıları, mükemmel komplekslik gösteren günümüz canlılarından farksız varlıklardır. Bu durum, Darwin'in hayali evrim ağacına ters düşmekte, hayali evrim süreci için belirlenen sahte gelişimi altüst etmektedir. Darwin'in evrim teorisine göre, sözde tesadüfen oluşan ilk hücrenin ardından tek hücreliler yeryüzünde hüküm sürmeli, bunun ardından basit yapılı çok hücrelilerle başlayan hareketli yaşam, suda yaşayan tek bir filum ile devam etmelidir. Filum sayısı zamanla artmalı, bununla orantılı olarak da türler çoğalmalıdır. Fakat Kambriyen bulgularının ortaya çıkardığı gerçek bu şekilde olmamıştır. Darwin'in evrim ağacı tamamen tersine dönmüş, günümüzdekinden çok daha fazla sayıda çeşitlilik, canlı tarihinin daha ilk başında, tek hücrelilerden hemen sonra kendini göstermiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Darwin'in Anlayamadığı Kambriyen, Harun Yahya)
Darwinist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı koyu bir Darwinist için bunu keşfetmek büyük bir yıkımdır kuşkusuz. ABD'nin en ünlü müzelerinden Smithsonian Institution'da (Smithsonian Müzesi) yönetici ve paleontolog olan Charles Doolittle Walcott da bu sapkın dinin en sadık mensuplarından olduğu için ilk olarak 1909 yılında keşfetmeye başladığı Kambriyen fosillerinin çeşitliliği karşısında dehşete düşmüştü. 1917 yılına kadar devam eden çalışmasında toplam 65.000 fosil örneği topladı. Bunların tümü Kambriyen döneminin kompleks canlılarına aitti.
Darwinist sahtekarlıklar göz önüne alındığında, Darwinizm'in yıkımının habercisi olan bu fosillerin bir Darwinist tarafından bulunması ve ardından aynı Darwinist tarafından saklanması da sürpriz değildir kuşkusuz. Walcott, mensup olduğu batıl dini adeta yok eden, inançlarına ters düştüğü için kendisini dehşete düşüren bu fosilleri gizlemeye karar verdi. Çektiği resimleri ve belgeleri Smithsonian Müzesi'ndeki çekmecelere kilitledi. Bu özel ve önemli fosillerin ortaya çıkması ancak 70 yıl sonra mümkün olacaktı.
İsrailli bilim adamı Gerald Schroeder bu konuda şu yorumu yapar:
Eğer Walcott isteseydi, fosiller üzerinde çalışmak üzere bir ordu dolusu öğrenciyi görevlendirebilirdi. Ama evrim gemisini batırmamayı tercih etti. Bugün Kambriyen Devri fosilleri Çin'de, Afrika'da, İngiliz Adaları'nda, İsveç'te ayrıca Grönland'da da bulunmuş durumdadır. (Kambriyen Devrindeki) Patlama, dünya çapında yaşanmış bir olaydır. Ama bu olağanüstü patlamanın doğasını tartışmak mümkün olmadan önce, bilgi gizlenmiştir.55
Walcott'un bulgulara ulaştığı Burgess Shale'deki Kambriyen fosilleri, Walcott'un ölümünden on yıllar sonra yeniden incelendi. "Cambridge grubu" olarak anılan ve Harry Blackmore Whittington, Derek Briggs ile Simon Conway Morris'ten meydana gelen uzmanlar ekibi, 1980'lerde fosilleri detaylı bir şekilde analiz ettiler. Ve faunanın Walcott'un belirlediğinden çok daha çeşitli ve sıradışı olduğu sonucuna vardılar. Fosillerin bir kısmının, günümüzde bilinen canlı kategorileri altında sınıflandırılamayacağı, dolayısıyla şimdikinden farklı filumların örneklerini verdikleri yönünde görüş bildirdiler. Canlılar, 543–490 milyon yıl öncesinde süregelmiş Kambriyen döneminde, mükemmel ve kompleks halleri ile aniden ortaya çıkmışlardı.
Ortaya çıkan sonuç Darwinistler adına öylesine beklenmedikti ki, bilim adamları bu ani hareketi bir "patlama" olarak adlandırdılar. "Kambriyen Patlaması"; bilim tarihinin en benzersiz, evrimci bilim adamları açısından ise en açıklamasız olaylarının başında geliyordu. Her konuda çıkmazda olan evrim teorisyenlerinin karşılaştığı bu bulgular sonucunda, propaganda amaçlı geliştirdikleri hikayelere de son vermeleri ve "hayatın başlangıcını açıklayabilme sorununa" geri dönmeleri gerekiyordu. (Elbette bu, hayatın kökenine dair akılcı ve bilimsel bir açıklaması olmayan Darwinistler için bir problemdir. Akılcı, bilimsel ve mantıklı hareket edenler evrenin ve canlılığın Yüce Allah'ın eseri olduğunu açıkça görmektedirler.) Darwin'in evrim ağacı tersine dönmüştü ve bu durum evrim teorisinin temel mantığına tamamen ters düşüyordu.
kambriyen patlaması
Kambriyen döneminde, tam ve mükemmel halleri ile olağanüstü bir canlı çeşitliliği aniden ortaya çıkmıştır.
Kambriyen dönemi canlılarından biri olan trilobitlerdeki bileşik göz yapısı, günümüzde yusufçuk böceği ve arı gibi eklem bacaklılarda aynen mevcuttur. 540 milyon yıl öncesinin bu muhteşem sanat harikası, Allah'ın hayranlık uyandırıcı eserlerinden biridir.
Üstün yaşam formlarını, Allah'ın muhteşem yaratışını sergileyen Kambriyen patlaması, Darwinistler tarafından halen suskunlukla karşılanmaktadır. Darwinistler, elde edilen bu olağanüstü bulgular karşısında adeta sessizliğe gömülmüşlerdir ve adeta bu bulgular hiç yokmuş gibi davranmaktadırlar. Yaşamın tarihi hakkında kurguladıkları sayısız aldatıcı senaryoyu bilim dergilerinde birbiri ardınca yayınlarken, 540 milyon yıl önceki bu büyük olayı hatırlatmamaya, bunun evrim teorisini tamamen ortadan kaldırdığını hissettirmemeye çalışmaktadırlar. Bunu açıkça yapmış ve tüm fosilleri saklamış olan Charles Doolittle Walcott, Darwinizm aldatmacasının ne ileri boyutlara varabileceğinin en büyük delil ve örneklerinden biridir.
Eğer Darwinizm gerçekten bir bilim olsa, Darwinizm'i savunanlar da gerçek birer bilim adamı olsalar, kuşkusuz bilimsel değeri bu denli büyük olan bulgular, büyük bir keşif olarak ön plana çıkarılır ve alelacele bilimsel site, kitap ve makalelere konu edilirdi. Bunun tam tersi bir yol izlenmesinin, somut bilimsel bulguların özenle gizlenmesinin sebebi, Darwinizm'in bir bilim olmaması, deccalin bir oyunu olarak ortaya çıkan sahte bir din olmasıdır.. Yalan üzerine kurulu olan bu teori, sahtekarlıklarla canlı kalmaya çalışmaktadır. Kambriyen fosillerinin gizlenişi, Darwinizm adına yapılmış bilim sahtekarlıklarından sadece bir tanesidir.

7. Archaeopteryx' in Kuşların Atası Olduğu İddiası Bir Sahtekarlıktır

1860 yılında Almanya'da bulunan Archaeopteryx adı verilen kuş fosili, günümüz kuşlarından farklılık gösteren bazı özgün özellikler içeriyordu. Ağzındaki dişler, kanatlarındaki pençeler ve uzun kuyruğu Darwinistler tarafından spekülasyon malzemesi olarak kullanıldı ve kuş, hiçbir bilimsel dayanak olmamasına rağmen, alelacele sürüngenlere benzetilerek sürüngen-kuş ara formu olarak lanse edildi.
Oysa bu iddiada büyük bir aldatmaca vardı.
Archaeopteryx'in Darwinistler tarafından sahte bir ara form olarak efsaneye dönüştürülmesinden bir süre sonra fosil kemikleri detaylı incelendi ve bu canlının sürüngenden kuşa hayali geçişi gösteren "ilkel bir kuş" olmadığı, aksine iskelet ve tüy yapısının uçmaya son derece elverişli olduğu, sürüngenlere benzetilen özelliklerin tarihte yaşamış ve hatta günümüzde yaşayan diğer bazı kuşlarda da bulunduğu ortaya çıktı. Darwinizm yanlısı Science dergisi, bu gerçeği açıkça dile getirmişti:
Archaeopteryx muhtemelen ilk kuşlarla ilgili olarak tüylerin ve uçuşun en eski kökeni ile ilgili pek bir şey söyleyemez, çünkü Archaeopteryx, modern anlamda, bir kuştur.56
Archaeopteryx
Archaeopteryx, Darwinistlerin iddia ettiği gibi bir ara form değil, aksine iskelet ve tüy yapısıyla uçmaya son derece elverişli mükemmel bir kuştur.
Archaeopteryx farklı canlı türlerinin özelliklerini taşıyan mozaik bir canlıdır. Mozaik canlılar, bilim adamları tarafından kompleks yapılarıyla dikkat çeken ve birkaç türün farklı özelliklerini barındıran canlılar olarak tanımlanmışlardır. Darwinistlerin Archaeopteryx üzerinde kullandıkları aldatmaca da, bu fosilin bir mozaik canlıya ait olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa mozaik canlılar da, tüm diğer günümüz canlıları gibi kompleks özellik gösteren yaratılış örnekleridir.
Fransız biyofizikçi evrimci Pierre Lecomte du Nouy bu konuyla ilgili şu itirafı yapmaktadır:
İstisnai bir vaka olan Archaeopteryx'i gerçek bir ara form olarak değerlendirme yetkisine sahip değiliz. Ara form derken, sürüngenlerle kuşlar gibi sınıflar veya daha küçük gruplar arasındaki gerekli olan geçiş aşamalarını kastediyoruz. İki farklı gruba ait özellikler sergileyen bir hayvan, eğer üzerinde geçişe dair aşamalar bulunmamışsa ve geçişe dair mekanizmalar hala bilinmiyorsa, gerçek bir ara form olarak kabul edilemez.57
Darwinist çevrelerde bu itirafta bulunanların sayısı aslında oldukça fazladır. Sıçramalı evrim aldatmacasını ortaya atarak gündeme gelen 20. yüzyılın en tanınmış Darwinistlerinden Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de Archaeopteryx'in bir ara form olarak kabul edilemeyeceğinde hemfikirdirler.58 Jonathan Wells, "Dünyanın en güzel fosili, Ernst Mayr'ın 'sürüngenlerle kuşlar arasında neredeyse en mükemmel bağlantı' dediği numune, sessizce rafa kaldırıldı. Ve kayıp halkaların araştırılması, Archaeopteryx hiç bulunmamış gibi devam etmektedir."59 diye belirtirken bu fosilin evrime delil teşkil etmediğini, bilim çevrelerinin açıkça kabul ettiklerini dile getirmektedir. Fakat ilginçtir ki, Darwinist bilim adamları tarafından açıkça itiraf edilmiş olmasına rağmen, Darwinist yayınlarda Archaeopteryx fosili halen bir ara form olarak tanıtılmaya çalışılmaktadır. Jonathan Wells bu durumu şu şekilde izah eder:
Bazı biyoloji ders kitapları Archaeopteryx'i kayıp bağlantının klasik örneği olarak göstermeye devam etmektedir. Mader'in 1998 baskılı Biology adlı kitabı, onu "sürüngenlerle kuşlar arasındaki geçiş bağlantısı" diye nitelendirmektedir. William Schraer ve Herbert Stoltze'nin Biology: The Study of Life(Biyoloji: Hayatın İncelenmesi) adlı kitabının 1999 baskısı da öğrencilere "pek çok bilim adamının onun sürüngenlerle kuşlar arasındaki evrimsel bağlantıyı temsil ettiğine inandığını" söylemektedir.60
Kuşkusuz bu durum, bu büyük sahtekarlığın halen devam ettirilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Ellerinde herhangi bir ara form bulunmaması karşısında Darwinistler teorilerinden vazgeçemeyeceklerinden, türettikleri sahte ara formları koruma çabası içine girmektedirler. Archaeopteryx'in canla başla ve sahtekarca halen gündemde tutulmaya çalışılmasının sebebi de işte budur.

8. "Coelacanth Denizden Karaya Geçiş Örneğidir" İddiası Bir Sahtekarlıktır

Aslında canlı bir dinozor bulunmuş olsaydı, bu çok daha az şaşırtıcı olurdu. Çünkü fosiller Coelacanth'ın, dinozorların sahneye çıkmasından 150-200 milyon yıl önce var olduklarını gösteriyor. Birçok bilim insanının kara omurgalılarının atası olarak gösterdiği, en az 70 milyon yıl önce yok olduğu sanılan balık, canlı bulunmuştu!61
Focus dergisinin Nisan 2003 sayısında yer alan bu ifadeler, yıllarca bir ara form olarak tanıtılmış olan Coelacanth'ın (Latimera chalumnae) canlı örneğinin günümüz denizlerinde bulunması karşısındaki şaşkınlığı, Darwinist bir ağızdan ifade etmektedir. Darwinistler, 1938 yılından önce Coelacanth fosili üzerinde sayısız iddiada bulunmuşlar, canlının yüzgeçlerini "yürümek üzere olan ayaklar", fosilleşmiş bir yağ kesesini de "ilkel bir akciğer" olarak yorumlamışlardı. Fosil üzerinde yaptıkları türlü spekülasyonlarla kayıp bir halkayı bulduklarını öne sürüyorlardı.
İşte böyle bir anda canlı örneği ele geçen Coelacanth, Darwinistler için büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bu ve -en sonuncusu 2007 Mayıs ayı olmak üzere sonrasında- günümüz denizlerinde ele geçen 200'den fazla canlı Coelacanth, fosiller üzerinde yapılan Darwinist spekülasyonları tamamen ortadan kaldırdı. Anlaşıldı ki Coelacanth, yaklaşık 150 cm boyunda, oldukça gelişmiş bir yapıya sahip son derece kompleks bir dip balığıydı. Üstelik canlı, 450 milyon yıllık tarihinde hiçbir değişim izi göstermemişti. Bir başka deyişle, bugün mevcut olan komplekslik 450 milyon yıl önce de aynen vardı.
Coelacanth
Coelacanth'ın günümüzda yaşayan mükemmel bir dip balığı olması, bu balık üzerindeki tüm Darwinist spekülasyonları ortadan kaldırmıştır.
Tüm bunların bilimsel olarak anlaşılmasının ardından Coelacanth, yaşayan fosil örnekleri arasında yerini aldı ve ara form olduğuna dair tüm iddialar geri çekildi. Darwinistler, üzerinde spekülasyon yapmakta oldukları bir fosili daha ellerinden kaybetmişlerdi. Eğer bu canlı günümüz denizlerinde bulunmamış olsaydı, tıpkı Archaeopteryx'de olduğu gibi bu fosil üzerindeki Darwinist spekülasyonlar son bulmayacaktı. Canlı, sudan karaya geçişin en büyük temsilcisi gibi tanıtılmaya devam edecek ve tartışmasız en iyi ara formmuş gibi üzerinde binlerce spekülasyon yapılacaktı. Bu canlının bir ara form değil, mükemmel bir deniz canlısı olduğuna dair gerçekleri ifade edenler ise Darwinistler tarafından canla başla susturulmaya çalışılacaklardı. Tıpkı şu anda diğer ara form iddialarında olduğu gibi.
Oysa, hiçbir delile dayanmadan insanları aldatmak isteyenler, hiçbir sonuca varamayacaklardır. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)

9. Darwinizm'e Delil Gösterilmeye Çalışılan Tüm Kafatası Fosilleri Sahtedir

Darwinizm, gerçek bilimsel temellere ve gerçek bilimsel delillere dayanmadığı için, uydurma kanıtlar sunarak taraftar toplamaya çalışır. Bunun için ise Darwinistlerin elinde spekülasyon yapacakları malzemelerin olması yeterlidir. Darwinistler, üzerinde spekülasyon yapabilecekleri soyu tükenmiş canlı fosillerini alır, şekilden şekile sokar ve bunları ideolojilerine bir malzeme olarak kullanırlar. Yıllar boyunca soyu tükenmiş olduğu için denizden karaya hayali geçişin en ünlü örneği olarak tanıtılmaya çalışılan, fakat canlı örneği günümüz denizlerinde bulunan Coelacanth, bu sahtekarlığı yansıtan en önemli delildir. Darwinistler aynı taktiği diğer canlılar ve insan için de kullanmaya çalışırlar. Elde ettikleri tüm fosilleri görünümüne göre kategorilendirir ve kendi akıllarına göre istediklerine "ara form" yakıştırması yaparlar. Oysa ara form dedikleri fosillerin tümü, tıpkı Coelacanth gibi, mükemmel ve kusursuz canlılara aittir.
Nitekim, ara geçiş formu olarak lanse edilmeye çalışılan tüm fosillerin geçersizliği ispat edilmiş, bunların soyu tükenmiş kompleks canlılara ait olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Konu insanın hayali evrimi konusuna geldiğinde ise, spekülasyon malzemeleri genellikle soyu tükenmiş maymunlar veya geçmişte yaşamış bazı insan kavimleridir. Şimdiye kadar öne sürülmüş tüm ara form iddiaları, bu spekülasyon yöntemine dayanmaktadır. Örneğin Darwinistlerin insanın hayali evrimine örnek olarak sunmaya çalıştıkları sayısız kafatasının, soyu tükenmiş maymun veya insan ırklarına ait olduğu kesin ve bilimsel olarak ispatlanmış ve söz konusu kafatasları bilimsel literatürden çıkarılmıştır:
- 1891 yılında bulunan ve Java Adamı olarak isimlendirilen fosil ile 1923 yılında bulunan ve Pekin Adamı olarak isimlendirilen fosilin 1939 yılında sahte birer ara geçiş formu olduğu anlaşılmıştır.
- 1922 yılında bir ara form olduğu iddiasıyla en büyük delil olarak sunulan ve Nebraska adamı olarak isimlendirilen tek bir diş fosilinin 1927 yılında bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır.
- 1959 yılında bulunan ve Zinjanthropus olarak isimlendirilen fosilin sıradan bir maymun olduğu anlaşılmış ve fosil 1970 yılında literatürden çıkarılmıştır.
- 1930'lu yıllarda bulunan ve 50 yıl boyunca ara form olarak sergilenen Ramapithecus, 1981 yılında sıradan bir babun cinsi olduğunun anlaşılmasıyla iptal edilmiştir.
- 1974 yılında Afrika'da bulunan Lucy'nin 1999-2000 yıllarındaki çalışmalar sonucunda geçersizliği anlaşılmış ve bu fosil bilimsel literatürden çıkarılmıştır.
- 1924 yılında bulunan ve Taung çocuğu olarak isimlendirilen kafatası fosilinin genç bir gorile ait olduğunun anlaşılmasıyla, bu fosil de 1954 yılında iptal edilmiştir.
- 1984 yılında bulunan ve Homo Erectus türüne ait olarak gösterilmeye çalışılan Turkana Çocuğu fosilinin, aslında 12 yaşında bir çocuğa ait olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 m boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır. Fosil hakkındaki tüm spekülasyonların sahte olduğu anlaşılmıştır.
sahte çizimler
SAHTE
Darwinistler ara fosil getiremediklerinden hayali çizimlerle insanları aldatmaya çalışırlar. Oysa bu çizimlerin tamamı sahtedir.
Reading Üniversitesi jeoloji bölümünden evrimci L. B. Halstead, Nature dergisinde yaptığı bir açıklamada, bugüne kadar sözde insanın evrimine delil gibi gösterilmeye çalışılan fosillerin hiçbir şekilde insanın evrimine delil olmadığını ve bu yönde Darwinistlerin elinde hiçbir bulgu bulunmadığını şu sözlerle itiraf etmiştir:
Bu durum topluma ilk defa olarak şu gerçeği gösterir: İnsanın doğrudan atası olan gerçek bir fosil yoktur. ... Ki bu yaratılışa inananların yıllardır savunduğu şeydir.62
Biyolog Lyall Watson, Darwinistlerin elinde insanın sözde evrimini kanıtlayabilecek tek bir fosil delili bile olmadığını şu sözlerle ifade etmektedir:
Günümüz maymunları örneğin, hiç yoktan var olmuş gibidirler. Dünleri, fosil kayıtları yoktur. Ve dik yürüyen, tüysüz, alet yapabilen ve iri beyinli varlıklar olarak günümüz insanlarının da gerçek kökeni, eğer kendimize karşı dürüst olursak, aynı şekilde gizemli bir meseledir.63
Her ne kadar Lyall Watson gerçekleri açıkça ifade etmekten çekinerek insanın kökenini kendince "gizemli bir mesele" olarak nitelese de, insanın kökeni gayet açıktır: Tüm canlılar gibi insanı da Allah yaratmıştır ve tüm somut bilimsel bulgular da bu gerçeği teyit etmektedir. Tüm bunların yanı sıra Darwinistler, ortaya çıkan yeni fosiller karşısında sürekli olarak zamanlama problemi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Sözde evrim için biçtikleri tarihleri sürekli olarak "geriye çekmekte", fosillerin evrimi reddettiğini gördükçe devamlı iddialarını değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Örneğin yer katmanlarında bulunan 200 milyon yıllık insan ayak izlerinin yanı sıra, Kretase (144 – 65 milyon yıl) dönemine ait katmanlarda bulunmuş olan insan kemikleri, insanın 100 milyonlarca yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir.64 Bu tarihler, günümüz insanı için evrimciler tarafından belirlenmiş olan yalnızca 50.000 yıllık zaman dikkate alındığında kuşkusuz oldukça büyük bir farka işaret etmektedir. 2007 yılının Ağustos ayında açıklanan yeni fosiller ise, Darwinistler tarafından Homo Erectus ve Homo Habilis olarak tanımlanan canlıların yan yana aynı dönemde yaşamış olduklarını göstermiştir. Zamanlama problemi, insanın hayali evrimi konusunda Darwinistleri açmazda bırakan önemli etmenlerden bir diğeridir.
Bütün bu gerçeklere rağmen Darwinistler, söz konusu sahte fosilleri bilimsel birer delil olarak göstermeye devam eder ve insanın evrimi masalını kendilerince gerçeğe dönüştürmeye çalışırlar. Bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen bu fosilleri halen bilimsel kaynaklarda ve okul kitaplarında kullanmaya devam eder ve insanları aldatırlar. Yazar Hank Hanegraaff bu aldatıcı yöntemi şu şekilde izah etmiştir:
Java adamının Eugene Dubois adındaki Hollandalı tarafından 1891 yılında Java adalarından birinde bulunduğu genel olarak bilinir. Pek bilinmeyen şey ise Java adamının bir kafatası parçası, bir uyluk kemiği, üç diş ve oldukça geniş bir hayal gücünden oluştuğudur. Bundan daha rahatsız edici gerçek ise, uyluk kemiğinin kafatası parçasından 50 feet (15 km) ileride ve bir yıl sonra bulunmuş olmasıdır...
...Genel olarak Selenka Expedition olarak bilinen ve fosil araştırmalarının yapıldığı süreç, Java Adamı ile ilgili varsayımların doğruluğunu göstermeye azimli olan 19 evrimciyi içeriyordu. Ancak söz konusu evrimcilerin hazırladıkları 342 sayfalık bilimsel bir raporda Java Adamının şüphe götürmeyecek şekilde insanın evriminde hiçbir rol oynamadığı açıkça belirtilmiştir.
Bütün bunlara rağmen, Times dergisi şaşırtıcı şekilde Java Adamından utanmazca insanın evrimsel atasıymış gibi bahseden "How Man Began" başlıklı makaleyi yayınlamıştır.65
İşte Darwinist yayınlar bu şekilde Darwinist aldatmacanın bir parçası haline gelirler. Önde gelen profesörlerin ve bilim adamların yazdıkları Darwinist kitaplarda, gerçek bilimsel deliller yerine, tamamen aldatmacaya dayanan bu sahte senaryoları tekrar etmektedir. Literatürden çıkarılmış, geçersizliği bilimsel olarak ispatlanmış kafataslarının evrime delilmiş gibi halen gündemde tutuluyor olmasının sebebi de bu aldatmacayı sürdürebilmektir. Evrimci zoolog Robert Martin bu konuyla ilgili olarak New Scientist dergisine şunları söylemiştir:
Son yıllarda çeşitli yazarlar insanın kökeni ile ilgili popüler kitaplar yazdılar. Bunların tümü, gerçekler ve objektiflik yerine fantaziler ve subjektiflik üzerine kuruluydu.66
Şu anda, Darwinistlerin sözde insanın evrimine delil olarak gösterebilecekleri tek bir kafatası, tek bir kemik parçası bile bulunmamaktadır. Bu gerçeği ikrar edemeyen Darwinistlerin çürük yöntemi ise, sahte ara form fosilleri sunarak aldatmacaya devam etmektir.
sahte kafatasları
Darwinistlerin Sahte Kafatasları
SAHTE Pekin Adamı
SAHTE Taung çocugu
SAHTE Java Adamı
SAHTE Zinjanthropus
SAHTE Nebraska Adamı
SAHTE Turkana Çocuğu
SAHTE Lucy

10. "Australopithecuslar İnsanın Atasıdır" İddiası Bir Sahtekarlıktır

nebraska adamı
SAHTE
Darwinistler bir domuz dişinden, Nebraska adamı adını verdikleri sahte canlıyı ve daha da ileri giderek ailesini resmetmişlerdir.
Darwinistler için insanın evrimi konusu hayati önem taşır. Yıllardır insanlara telkin etmeye çalıştıkları şey, insanın sözde evrimleşmiş bir hayvan olduğu yalanıdır. Bu yalanı ayakta tutabilmek için var güçleriyle çabalar, hiç durmadan en ilgisiz konularda bile insanın sözde hayvan ataları olduğu düşüncesini yerleştirmeye çalışırlar. Bu konuda başvurdukları aldatmacalar ise hayret vericidir. Çoğu zaman hiç ilgisi olmayan fosil bulguları dahi, şekilden şekile sokularak insansı bir varlıkmış gibi gösterilmeye çalışılır. Öyle ki Darwinistler, sonradan bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılan tek bir diş fosilindenNebraska adamını oluşturmuş, bu hayali insansının ailesiyle birlikte sosyal hayatını resmekmekte sakınca görmemişlerdir. Bu şaşırtıcı çabanın en önemli örneklerinden bir tanesi de uzun zamandır sürdürülen Australopithecusların insanların sözde maymunsu atası olduğuna dair iddialardır.
Australopithecuslar, soyu tükenmiş maymun türleridir. "Güney maymunu" anlamına gelen bu canlılar, Darwinistler tarafından insanların sözde ilk maymunsu ataları olarak kabul ettirilmeye çalışılır. Soyu tükenmiş olmaları nedeniyle tüm diğer örneklerde olduğu gibi bu maymun türü de, evrimciler tarafından bir spekülasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Fakat Darwinistlerin Australopithecuslar üzerine türettikleri senaryolar, diğer tüm örneklerde olduğu gibi yine bir aldatmacaya dayanmaktadır.
Australopithecusların ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da varlıklarını sürdürdükleri sanılmaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken gerçek ise, Australopithecusların tümünün, günümüz türdeşlerine benzeyen soyu tükenmiş maymunlar olmalarıdır. Hepsinin beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya onlarınkinden daha küçüktür. Dört ayakları üzerinde yürürler. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus, dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.
Australopithecuslar açıkça birer maymun türü olmalarına rağmen Darwinistler tarafından iki ayak üzerinde yürümeyi başaran canlılar olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bir aldatmacadır, çünkü Australopithecuslar ile ilgili olarak elde bulunan fosillerden bu hayali senaryoyu doğrulayan tek bir örnek bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu canlılar üzerinde evrim senaryosu, bilimsel hiçbir delile dayanmamaktadır.
Darwinistlere göre Australopithecus cinsinin çeşitli türleri bulunsa da, sadece Australopithecus afarensis (1974 yılında bulunduğunda dünyaya sözde insanın evriminin ispatı olarak sunulan "Lucy"nin temsil ettiği tür) insanın doğrudan atası kabul edilir. Fakat söz konusu canlının insanın atası sayılamayacağı Darwinistler tarafından da kabul edilmiş durumdadır. Ünlü Fransız Darwinist bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır.Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecustürü maymunların insan soyunun atası olmadığını ve bu canlıların soy ağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır.67
Australopithecus
Australopithecus-Şempanze Benzerliği
Şempanze
Australopithecus
Australopithecus ve şempanze kafatasları arasınadaki benzerlik, Australopithecus'un insanın atası değil, gerçek bir maymun türü olduğunun açık bir göstergesidir.
Dünyaca tanınmış evrimci paleoantropolog Richard Leakey de, Lucy'nin evrim delili olarak hiçbir geçerliliğinin olmadığını şu sözlerle belirtmektedir:
Lucy'nin (Australopithecus afarensis) bir pigme şempanze karışımından başka bir şey olmadığı çok ezici ve karşı konulmayacak şekilde muhtemeldir. Maymundan insana geçişe dair varsayılan deliller ikna edici olmaktan aşırı derecede uzaktır.68
Bütün bunların yanı sıra, Australopithecuslar üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda evrimci Lord Zuckerman da, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.69
lucy
Elveda Lucy
Darwinist Science et Vie, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını itiraf etmiştir.
Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard daAustralopithecusların iskelet yapılarının günümüz orangutanlarınınkine benzediği açıklamasını yapmıştır.70
1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi,Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yürütmüştür. İskeletlerde, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ üzerinde incelemeler gerçekleştirilmiştir. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus'un insanlarınkine benzer bir yürüyüş şekline sahip olmadığıdır.71
2000 yılında B.G Richmond ve D.S Strait isimli bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada ise Australopithecusların ön kol kemikleri incelenmiştir. Karşılaştırmalı anatomik incelemeler, bu türün günümüzde yaşayan ve 4 ayak üzerinde yürüyen maymunlarla aynı ön kol anatomisine sahip olduğunu göstermiştir.72
Bütün bu deliller Australopithecusların birer maymun türünden başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim "Lucy" fosilinin kaşifleri evrimci paleoantropolog Donald Johanson ve T. D. White, Science dergisine yaptıkları açıklamada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişlerdir:
Australopithecus fosilleri oldukça detaylı bir şekilde incelendi: yürüyüş biçimleri, kulaklarının yapısı, diş gelişimi örnekleri, uzun ve güçlü ön kollar, kısa arka bacaklar, ayaklarının biçimi, küçük beyinleri, maymuna oldukça benzeyen kafatasları, çeneleri ve yüzleri. Bunların tümüAustralopithecus'ların maymun olduğunu ve insan ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını göstermektedir. Lucy'i keşfeden Donald Johanson'un kendisi bile, bir süre sonra, Australopithecus Africanus (Lucy)'nin insanlarla hiçbir bağlantısı olmadığı sonucuna varmıştır.73
Özetle bilimsel olarak yapılan çalışmalar Australopithecusların insanın hayali atası olduğuna dair iddiaların tümünü yalanlamıştır. Australopithecuslar birer maymun türüdür ve insanın atası yakıştırması yalnızca Darwinistlerin hayali ve sahte teorileri için kullanmaya çalıştıkları bir senaryodur.

11. "Neandertaller İnsanın Maymunsu Atasıdır" İddiası Bir Sahtekarlıktır

Darwinistler Australopithecuslar için kullandıkları aynı yöntemi, bir insan soyu olan Neandertaller için de kullanmışlardır.
Neandertal Adamı 1856 yılında Almanya'nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde bulunan fosillerle bilim literatürüne girdi. Kafatası ve bedenindeki kemiklerde bulunan kıvrımlar, fosillerin evrimciler tarafından sözde ilkel bir insan türü olarak değerlendirilmesine yol açtı.
1908 yılında bu kez Fransa'nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına ait olduğu belirtilen, neredeyse eksiksiz bir iskelet bulundu. Kemikler dönemin ünlü paleontolog ve jeoloğu Marcellin Boule tarafından birleştirildi.
Bu birleştirme sonucunda ortaya çıkan Neandertal adamı eğik bir duruşa, öne çıkık bir kafaya sahipti. Ayrıca bacakları da eklem yerlerinde kilitli kalıyor, tam düz bir duruş sağlayamıyordu.
Bu görünüm sayesinde, Neandertal adamı insanların zihinlerinde ilkel bir canlı olarak yerleşti. Neandertaller, sahte çizimlerde de ilkel maymun adamlar olarak gösterildiler.
Neandertal hakkındaki bu yanlış kanı 100 yıl kadar sürdü. Fakat 1950'li yıllarda La Chapelle iskeleti üzerinde yapılan analizler, iskeletin sahibi olan Neandertal adamında bir tür eklem enfeksiyonu bulunduğunu saptadı. Gerçekte sağlıklı bireyler normal bir insan gibi dik yürüyebiliyordu.
neandertaller
Neandertaller:İri Yapılı İnsanlar
Homo sapienså neanderthalensis, Amud 1 kafatası
Neandertal kalıntısı
dikiş iğnesi
flüt
Darwinistler, yıllarca Neandertalleri insanın maymunsu ataları olarak tanıtmışlardır. Oysa o döneme ait bu aletler, Neandertllerin günümüzdeki insanlardan farksız estetik ve sanat anlayışı olduğunu göstermektedir. Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkından başkası değildir. Evrime kanıt olarak gösterilmeye çalışmalarının tek nedeni soylarının tükenmiş olmasıdır.
Üstte, İsrail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1 kafatası yer alıyor. Bu fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda olduğu tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar rastlanılanların en büyüğüdür: 1740 cc. Bu nedenlerle bu fosil, Neandertallerin ilkel bir tür olduğu yönüandeki iddiaları çok kesin bir biçimde yıkan bir delil niteliğindedir. Yanda görülen Kebara 2 (Moşe) fosili bugüne kadar bulunmuş en iyi durumdaki Neandertal kalıntısıdır. 1.70 boyundaki bu fosilin iskelet yapısı günümüz insanından ayırt edilememektedir. Fosille beraber bulunan alet kalıntılarından, bu kişinin ait olduğu topluluğun, aynı dönemde, aynı bölgede yaşayan Homo sapiens topluluklarıyla aynı kültürü paylaştığı anlaşılmaktadır.
1985 yılında, aynı iskelet, bu kez Erik Trinkhaus isimli antropolog tarafından incelendi. Bu inceleme Neandertallerin dik yürüyebildiğini doğrulamanın yanı sıra, o zamana dek gizli kalmış bir gerçeği de ortaya çıkarıyordu: Marcellin Boule, Neandertal'i kasıtlı olarak eğik göstermişti.74 1950'li yıllarda saptanan eklem rahatsızlığı bu canlının dik yürümesine engel değildi. Anlaşılan, bir Darwinist olan Boule, Neandertalin gerçek bir insan gibi dik yürüdüğünü kabullenmek istememişti.
E. Trinkaus ve W. W. Howells Scientific American dergisine yaptıkları açıklamada bu konuda şu yorumu yapmışlardı:
Bugün pek çok bilim adamı Neandertal insanının tamamen dik olarak ayakta durduğu ve bir hastalık olmadığı durumlarda, özelliklerinin günümüz insanından hiçbir farkı olmadığı hakkında fikir birliği içindedirler.75
Öte yandan Neandertallerin kafatası hacminin büyüklüğü de evrimcileri bu konuda çelişkili bir duruma soktu. Bunun nedeni ise, Neandertallerin kafatası hacminin 1700 cc civarında olmasıydı. Bu rakam günümüz insanınkinden 200 cc daha büyüktür. Homo Sapiens'ten büyük kafatasına sahip olan Neandertallerin evrimsel yönden sözde "ilkel" bir tür olması, teori adına büyük bir tezattır.
Neandertal uzmanı Erik Trinkhaus bu tür ile ilgili gerçeği şu sözlerle itiraf etmiştir:
Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi ve konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insandan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.76
Kuşkusuz Neandertaller, bir insan ırkı oldukları için, günümüz ırkları ile aynı özelliklere sahiptiler. Neandertal insanı yetenekli bir alet yapıcısı ve başarılı bir avcıydı. Hatta müzik ve sanatla uğraşıyordu. Tıpkı günümüzdeki toplumlar gibi kültürel ve sosyal bir yapıya sahipti, dini inanışları vardı.77 Dolayısıyla Neandertallerin oluşturduğu medeniyet, günümüz medeniyetlerinden çok da farklı değildi.
Neandertallerle ilgili Darwinistleri çıkmazda bırakan bir başka konu ise zamanlama problemidir. Bulunan fosiller, Neandertallerle günümüz insanının aynı zamanda yaşadığını, hatta çeşitli durumlarda daha sonra bile yaşadığını göstermektedir. California Üniversitesi'nden evrimci biyolog Francisco J. Ayala, bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:
Neandertallerin anatomik olarak modern insanların atası olduğu düşünülüyordu, ama şimdi modern insanların en azından 100.000 yıl önce ortaya çıktığını biliyoruz, Neandertal fosillerinin ortadan kaybolmasından çok daha önceleri. Orta Doğu'daki mağaralarda anatomik olarak modern olan insanların fosillerinin hem Neandertalleri takip etmesi hem de onlardan önce gelmesi şaşırtıcıdır. Bu mağaralardaki bazı modern insanlar 120.000-100.000 yıl öncesine aittirler, Neandertaller ise 60.000-70.000 yıllıktırlar; modern insanlardan 40.000 yıl sonra gelirler. İki formun başka bölgelerden göç ederek tekrar tekrar birbirlerinin yerine mi geçtikleri yoksa bir arada mı oldukları veya melezlenmenin mi olduğu belirgin değildir.78
Dolayısıyla insanın sözde maymunsu atası olarak gösterilmeye çalışılan Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkıdır. Günümüzde insanların kendi ırklarına özgü farklı özellikler göstermesi gibi, bu tür de yalnızca farklı ırk özelliklerine sahiptir. Bu özelliklerin evrime bir delil olarak kullanılması büyük bir sahtekarlıktır. Nitekim Neandertal adamı fosili 1978 yılında literatürden çıkarılmıştır. Ancak Neandertaller halen, evrimin en büyük kanıtıymış gibi Darwinist kaynaklarda yer almaya devam etmektedir.
Günümüzde Neandertal adamı ile ilgili spekülasyonların hala bazı evrimci yayınlarda sürdürülmesindeki amaç, Neandertallerle ilgili gerçekleri bilmeyen, bu sahte ara formun bilimsel anlamda iptal edilmiş olduğunun farkında olmayan kişileri etkileyebilmek, onları aldatabilmektir. İşte bu nedenleAustralopithecuslar ve Neandertallerle ilgili gerçeklerin her fırsatta gündeme getirilmesi ve Darwinist aldatmacaya son verilmesi büyük önem taşımaktadır.

12. Piltdown Adamı Bir Sahtekarlıktır

Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Ele geçirilen fosillere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve fosil insanın hayali evrimine en önemli delil olarak İngiltere'deki British Museum'da sergilenmeye başladı. 40 yılı aşkın bir süre boyunca hakkında birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.79
Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "Doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.80
Oysa Piltdown Adamı, büyük bir sahtekarlık, bilinçli şekilde yapılmış büyük bir hileydi.
1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme yöntemi olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı.
Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin isesuni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların da çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı.81
Sahte Piltdown Adamı Kafatası
piltdown adamı
Piltdown Adamı fosili, yeni ölmüş bir orangutan çenesine insan kafatası monte edilmesiye üretilmiş bir sahte fosildir. Bu sahte fosil, British Museum'da yaklaşık 40 yıl boyunca insanın hayali evrimine kanıt olarak sergilenmiştir. Sahtekarlığın ortaya çıkmasının ardından ise, 1949 yılında fosil, alelacele müzeden kaldırılmış, literatürden çıkarılmıştır. Ancak kuşkusuz bu fosil, Darwinistler açısından bir utanç vesilesi olarak tarih kitaplarındaki yerini almıştır.
Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ilan edildi. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "Dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu.82
Bu şaşırtıcı gerçeği bilim yazarı Hank Hanegraaff şu şekilde dile getirmişti:
Marvin Lubenov'un açıklamalarına göre: "Alt çenedeki orangutan dişlerinin üzerindeki törpü izleri açıkça görünür şekildeydi. Azı dişleri yanlış şekilde dizilmişti ve iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi de iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi öyle derin şekilde törpülenmişti ki pulpanın kavitesi açığa çıkmış sonra içi doldurulmuştu."83
Evrimci biyolog Keith Steward Thomson, Piltdown Adamı ile ilgili bu büyük yalanı, "1912 yılındaki Piltdown Adamı sahtekarlığı, tüm bilimsel sahtekarlıkların en başarılı ve en haincelerinden biridir."84 şeklinde yorumluyordu.
Bu şaşırtıcı ve Darwinistler adına utanç verici keşfin ardından Piltdown Adamı, 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı. Darwinist sahtekarlık o kadar ileri boyutlardaydı ki, 40 yıl boyunca el yapımı bir fosil bütün bilim çevrelerini ve bütün insanlığı aldatmıştı. Kuşkusuz bu, evrim tarihindeki en büyük kara lekelerden biri olarak yerini alacaktı. Evrimci antropoloji profesörü Pat Shipman bu büyük aldatmacanın etkisini şu şekilde tarif ediyordu:
Keşfi 1912 yılında açıklanan Piltdown fosilleri, bu kalıntıların hileyle yerleştirilmiş, değiştirilmiş bir sahtekarlık olduğunun anlaşılmasına yani 1953 yılına kadar, paleoantropolojinin en büyük beyinlerinin pek çoğunu aldattı.85
Gazeteci, yazar ve filozof Malcolm Muggeridge ise Piltdown Adamı fosili gibi sahtekarlıklarla ayakta tutulmaya çalışılan Darwinizm'in tüm insanlığı düşürdüğü durumu şu sözlerle tarif ediyordu:
Evrim teorisinin, özellikle de onun uygulandığı alanların, gelecekte tarih kitaplarındaki en büyük espri konularından biri olarak yerini alacağına ikna oldum. Gelecek nesiller, oldukça zayıf ve şüpheli hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilebilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklardır...86
Piltdown sahtekarlığı, kendilerince yaratılış inancını zihinlerden silebilmek, insanın tesadüfen, kendi başına, sorumsuzca meydana geldiği yalanına insanları inandırabilmek için gerçekleştirilmiş, deccali sistem olan ateist masonluğun bir oyunudur. Fakat Allah'ın muhteşem yaratışı ve eşsiz eserleri öylesine açık ve belirgindir ki, günümüz bilimi ile gelinen noktada bunların görülmemesi mümkün değildir. Deccal'in dünya çapındaki bu beyhude çabaları, onu ve takipçilerini küçük düşürmekte, Darwinizm yalanının büyük bir başarısızlık olduğunu açıkça göstermektedir. Yüce Rabbimiz olan Allah, insanı nasıl yarattığını ayetleriyle haber vermiştir ve evrendeki tüm deliller bu üstün yaratılışı açıkça göstermektedir:
Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)

13. Nebraska Adamı Bir Sahtekarlıktır

1922'de, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Pliosen dönemine ait bir azı dişi fosili bulduğunu açıkladı. Bu diş, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başladı. Bazıları bu dişin sahibini Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana daha yakın olduğunu söylüyorlardı. Büyük tartışmalar yaratan bu diş fosiline "Nebraska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen peşinden geldi: Hesperopithecus haroldcooki.
nebraska adamı 
Darwinistler sadece tek bir domuz dişine dayanarak Nebraska Adamının ailesi ile birlikte sahte çizimlerini yapmış ve bunları ders kitaplarında yayınlamışlardır. Yıllarca insanları ve özellikle öğrencileri aldatmaktan çekinmemişlerdir.
Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı'nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyonları yapıldı. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının ailesinin doğal ortamda resimleri yayınlandı. Bütün bu senaryolar tek bir dişten üretilmişti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı, tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops adı verilen Amerikan yaban domuzunun soyu tükenmiş bir cinsine ait olduğu anlaşıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu Science dergisindeki makalesine şöyle bir başlık atmıştı: "Görüldüğü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan."87
Bilim yazarı Hank Hanegraaff konuyla ilgili gelişmeleri şu şekilde anlatmaktadır:
1922 yılında Nebraska'da bir diş keşfedildi. Biraz hayal gücü ile bu diş mitolojik bir çene kemiğine, çene kemiği bir kafatasına, kaftası bir iskelete yerleştirildi. Ve iskelete bir yüz, özellikler ve tüyler eklendi. Bu hikaye Londra gazetelerini vurduğunda yalnızca "Nebraska Adamı"nın resmi değil, aynı zamanda "Nebraska Kadını"nın da resmi vardı. Bunların tümü yalnızca tek bir dişten ortaya çıkmıştı. Bir de iskelet bulunmuş olsaydı neler olacağını siz düşünün. Belki de bir yıllık yayınlanırdı.
Bu keşiften bir süre sonra buna benzer bir diş jeolog Harold Cook tarafından bulundu. Bu defa diş gerçek kafatasına yerleştirildi ve kafatası da bir yaban domuzunun iskeletine yerleştirildi. Böylece, "bilimsel" olarak Hesperopithecus haroldcookii olarak isimlendirilen Nebraska adamının bir mit olarak maskesi düştü.88
Bu olay sonucunda Hesperopithecus haroldcooki ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı. Nebraska Adamı, aslında Darwinistlerin tek bir dişi bahane ederek nasıl hayali bir evrim senaryosu meydana getirebileceklerinin önemli bir göstergesidir. Diş fosili, canlının genel anatomisine dair neredeyse hiçbir bilgi vermemesine rağmen, bir yaban domuzu dişinden yola çıkılarak Nebraska Adamının ve ailesinin resimlerinin çizilmesi ve bu sahtekarlığın deşifre edilene kadar bilim olarak lanse edilmeye çalışılması, büyük bir mantık hezimeti, Darwinizm adına büyük bir utançtır. Fakat bu örnek, Darwinist sahtekarlıkların önünü kesmemiş, Darwinist aldatmacalara bilinçli şekilde devam edilmiştir.

14. Sanayi Kelebekleri İddiası Bir Sahtekarlıktır

19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de sanayi devriminin başladığı sıralarda, endüstri ağırlıklı bölgelerdeki ağaçların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu ağaçların üzerine konan Biston betularia türündeki kelebeklerin koyu renkli varyantları (melanik kelebekler), burada beslenen kuşlar tarafından kolay fark edilir ve av olurlar. Fakat elli yıl sonra endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Bu kez açık renkli kelebekler ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlar tarafından sık olarak avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli melanik kelebekler yem olmadıkları için çoğalırlar.
Evrimciler bu durumu, doğal seleksiyon ile evrim iddialarına önemli bir delil olarak büyük bir hararetle sahiplendiler. Ardından da her zamanki sahtekarlık yöntemini kullanarak, açık renkli kelebeklerin zamanla evrim geçirerek koyu renkli kelebeklere dönüştüğü gibi bir göz boyamaya giriştiler. Bu iddia, sözde "iş başındaki evrim" (evolution in action) tanımıyla bütün dünyaya tanıtıldı. Oysa gerçekler çok daha farklıydı, bu kelebekler hiçbir şekilde evrimsel bir değişime uğramadıkları gibi, ortada bir büyük Darwinist sahtekarlık vardı.
Darwinist bir tıp doktoru ve amatör bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell, 1953 yılında bir dizi deney yaparak bu olayı gözlemlemeye karar verdi. İngiltere'nin kırlarında bu kelebeklerin yaşam alanlarında gözlemler ve deneyler yaptı. Kettlewell, deneyleri sonucunda, açık renkli likenlerin bulunduğu ağaçların üzerinde koyu renkli kelebeklerin daha çok avlandığını tespit etti. Ve bunu, Darwinizm adına adeta büyük bir buluşmuş gibi Scientific American dergisinde, "Darwin's Missing Evidence" (Darwin'in Kayıp Kanıtı) başlığı altında duyurdu. 1960 yılına gelindiğinde Kettlewell'in hikayesi bütün ders kitaplarında yerini almıştı.
İddianın ortaya atılmasından neredeyse bir yıl sonra, 1985 yılında ise bu konuyla ilgili gariplikler fark edilmeye başlandı. Craig Holdrege isimli genç bir Amerikalı biyoloji öğretmeni, yaptığı araştırma sonucunda Kettlewell'in yakın arkadaşı olan ve onun deneylerine katılan Sir Cyril Clarke'ın notlarında ilginç bir ifadeye rastladı. Şöyle diyordu Clarke:
Gözlemlediğimiz tek şey, kelebeklerin günü nerede geçirmedikleri oldu. 25 yıl içinde, ağaç gövdelerinde veya bizim kurduğumuz tuzakların yanındaki duvarlarda sadece iki tane Betularia bulabildik.89
Holdrege uzun zamandır öğrencilerine ağaç gövdelerine konmuş kelebeklerin fotoğraflarını gösteriyor ve kuşların daha görünür olanları seçip avladığını anlatıyordu. Ama şimdi bu kelebeği 25 yıl boyunca araştırmış birisi, bunları ağaç gövdelerine konmuş halde sadece iki kere gördüğünü söylüyordu. Çok geçmeden bu hikaye hararetli bir bilimsel tartışmaya dönüştü. Sonuçta yapılan bilimsel araştırmalar şu sonucu ortaya çıkarmıştı:
Kettlewell'in deneylerinden daha sonra yapılan birçok araştırma, söz konusu kelebeklerin sadece bir tipinin ağaç gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay dalların alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu. 1980'li yıllardan itibaren, kelebeklerin ağaç gövdelerine çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan Cyril Clarke ve Rory Howlett, Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi birçok bilim adamı, "Kettlewell'in deneyinde kelebeklerin doğal davranışları dışında davranmaya zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel kabul edilemeyeceğini" bildirdiler.
Kettlewell'in deneyini inceleyen araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla karşılaştılar: İngiltere'nin kirliliğe uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin daha fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell'in iddia ettiği ve hemen her evrimci kaynakta tekrarlandığı gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç kabukları arasında bir ilişki yoktu.
Amerikalı lepidopterist (kelebekler üzerinde bilimsel araştırma yapan kişi) Ted Sargent ve diğer araştırmacılar söz konusu güvelerin ağaç kabukları üzerine konmadıkları, ağaçların yüksek dallarının altına gizlendikleri gerçeğine dikkatleri çekti. Yalnızca bu değil, aynı zamanda söz konusu güveler gündüzleri uyuyor, geceleri uçuyorlardı. Yani kuşlar uyurken!90 İşin aslı araştırıldıkça, skandalın boyutları daha da büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları çekilen "ağaç kabuğu üzerindeki güve kelebekleri", aslında ölü kelebeklerdi. Gerçekte kelebekler ağaç gövdesine değil dalların alt kısmına kondukları için, böyle bir resim elde etme imkanı pek yoktu. Dolayısıyla Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal ile ağaca tutturmuş ve öyle görüntülemişti.91
sanayi devrimi kelebekleri
Endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Açık renkli kelebekler koyu ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlara daha fazla av olurlar. Dolayısıyla açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli kelebekler yem olmadıkları için sayıca fazlalaşırlar. Bir kelebek türünün sayıca çok olması, kuşkusuz ki bir evrimleşme değildir. Fakat Darwinistler, bunu bir aldatma yöntemi olarak kullanır ve sözde evrime delil göstermeye çalışırlar.
Darwinistlerin yaklaşık bir yüzyıl boyunca gururla bilimsel bir kanıt gibi gösterdikleri kelebeklerin birer sahtekarlıktan ibaret olduğunun öğrenilmesi sonucunda New York Times şu yorumu yapıyordu:
İş başındaki evrimin en ünlü örneği, şimdi artık en büyük rezalet haline gelmiş olmalı.92
Chicago Üniversitesi evrim biyoloğu Jerry Coyne bu büyük sahtekarlığı 1998 yılında öğrendiğinde, yıllardır öğrencilerine öğrettiği sanayi kelebekleri hikayesinin bir aldatmaca olmasından dolayı "utanç" duyduğunu yazmış ve şunları söylemişti: "Bu tıpkı 6 yaşımdayken, Noel arifesinde hediyeleri Noel babanın değil de babamın getirdiğini keşfettiğim zamanki hayal kırıklığım gibiydi.93
Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, "Darwin'in kayıp kanıtı" olarak gösterilen sanayi devrimi kelebekleri hikayesinin dev bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılmıştır. On yıllardır dünyanın dört bir yanında yüz milyonlarca insan, ağaç kabuklarına iğnelenmiş birkaç ölü kelebeğin fotoğrafı ve sürekli tekrarlanan köhne bir hikaye ile yanlış bilgilendirilmiştir. Asıl olan gerçek şudur: Darwin'in ihtiyaç duyduğu kanıtlar yoktur ve bunların günün birinde bulunması da imkansızdır. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir.
İlginç olan sanayi devrimi kelebeklerinin halen bazı ders kitaplarında bir evrim kanıtı gibi sunulmaya devam ediliyor oluşudur. Darwinistler bu yolla, bunun bir sahtekarlık olduğunu bilmeyen genç beyinleri aldatmayı amaçlamaktadır. Oysa açıkça ortaya çıkmasına rağmen bir sahtekarlığı, hala kanıt olarak göstermeye çalışmak, Darwinizm'in çaresizliğinin, delilsizliğinin ve ideolojik bir sahtekarlıktan ibaret olduğunun kanıtıdır. Yaratılış gerçeği apaçıktır. Bu açık gerçekten kaçan Darwinistler, yalanın ve hilekarlığın bir çözüm olacağını zannetmektedirler. Oysa Allah, hileyi, batıl ve sahte dini, mutlaka ortadan kaldıracaktır.
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)

15. Haeckel'in Embriyo Çizimleri Bir Sahtekarlıktır

Ernst Haeckel 1868'de yazdığı Natürliche Schöpfungsgeschichte (Doğal Yaratılış Tarihi) isimli kitabında insan, maymun ve köpek embriyolarını kullanarak bazı karşılaştırmalar yaptığını öne sürdü. Yaptığı çizimler, birbirleri ile neredeyse tamamen aynı canlı embriyolarından oluşuyordu. Haeckel, bu çizimden yola çıkarak söz konusu canlıların ortak bir kökenden geldiklerini savunmuştu.
Ama aslında durum farklıydı. Haeckel, tek bir embriyo çizimi yapmış, sonra da bunu kasıtlı olarak küçük farklılıklara uğratarak insan, maymun, köpek embriyosu diye yan yana getirmişti. Yani açıkça sahtekarlık yapmıştı.
İşte Darwin'in İnsanın Türeyişi kitabına kaynak olarak gösterdiği sözde "bilimsel çalışma"(!) buydu. Aslında Darwin bu kitabı yazmadan önce, Haeckel'in çizimlerinin bir çarpıtmadan ibaret olduğunu fark eden kişiler olmuştu. Hatta Haeckel'ın kendisi dahi sahtekarlığının ortaya çıkmasının ardından yaptığı bu büyük bilimsel aldatmacanın itirafını yapıyordu:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş, şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.94
Ama Darwinistlere göre, Darwinizm dogmasının ayakta kalabilmesi için, eldeki tek tük sahte kanıtlardan birinin o veya bu şekilde insanlara "evrimin kanıtı" olarak duyurulması gerekiyordu. Kendilerince yapılan sahtekarlık veya onun diğer Darwinistler tarafından fark edilmiş olması önemli değildi; Darwinistlere göre önemli olan sahte de olsa insanlara bir evrim kanıtı sunmuş olmaktı.
İşte bu sebeple sahtekarlığın anlaşılmasına rağmen, Darwin ve onu destekleyen biyologlar Haeckel'in çizimlerini referans olarak kabul etmeye devam ettiler. Bu da Haeckel'e cesaret verdi. Haeckel, ilerleyen yıllarda bir dizi karşılaştırmalı embriyo çizimi daha yaptı. Balık, semender, kaplumbağa, tavuk, tavşan ve insan embriyolarını yan yana gösteren şemalar hazırladı. Bu şemalarda dikkati çeken yön, bu farklı canlıların embriyolarının ilk başta birbirlerine çok benzemeleri, gelişim süreci sırasında yavaş yavaş farklılaşmalarıydı. Özellikle insan embriyosunun balık embriyosuna olan benzerliği çok dikkat çekiciydi. Öyle ki, insan embriyosu çizimlerinde, aynı balıktaki gibi hayali "solungaç"lar bile görülüyordu. Haeckel bu çizimlerin verdiği sözde bilimsellik görüntüsü ile "rekapitülasyon teorisini" ilan etti: "Ontojeni, Filojeniyi Tekrar Eder" (Bireyoluş, Soyoluşun Tekrarıdır). Bu sloganın anlamı şuydu: Haeckel'e göre, her canlı, yumurtasında veya annesinin rahminde geçirdiği gelişim sırasında, kendi türünün sözde "evrimsel tarihini" baştan yaşıyordu. Bu sahte teoriye göre insan embriyosu anne karnında ilk başta balığa benziyor, ilerleyen haftalarda semender, sürüngen, memeli gibi aşamalardan geçtikten sonra, insana "evrimleşiyor"du.
Ernst Haeckel ve sahte embriyo çizimleri
heackelin embriyo çizimleri
Üstte, Haeckel'in sahte çizimleri
Altta, çizimlerin olması gereken gerçek halleri
balık
semender
tavşan
insan
kaplumbağa
tavuk
Oysa bu büyük bir sahtekarlıktı.
1990'larda, İngiliz embriyolog Michael Richardson omurgalı embriyolarını mikroskop altında inceledi ve bunların Haeckel'in çizimlerine hiçbir şekilde benzemediğini tespit etti. Richardson ve ekibi yaptıkları çalışmanın ardından Ağustos 1997'de Anatomy and Embryology dergisinde embriyoların gerçek fotoğraflarını yayınladı. Görünüşe göre Haeckel çizimlerde çeşitli kalıp desenler kullanmış ve embriyoların birbirlerine benzemesi için bunların üzerinde çeşitli tahrifatlar yapmıştı. Embriyolara hayali organlar eklemiş, bazılarından organları çıkarmış, büyüklükleri çok farklı olan embriyoları aynı boyda gibi göstermişti. Haeckel'in insan embriyosunda "solungaç" diye gösterdiği yarıkların ise solungaçlarla hiçbir ilgisi yoktu: Bunlar, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıçlarıydı. Embriyolar gerçekte birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Haeckel yaptığı çizimlerde olabilecek her türlü tahrifatı yapmıştı.
Uzun zaman boyunca sahte bir evrim kanıtı olarak gündemde tutulmaya çalışılan Haeckel'in çizimleri 5 Eylül 1997 tarihli Science dergisinde "Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi" başlığıyla yayınlandığında, ortada bir sahtekarlık olduğu artık bütün bilim dünyasında kabul görmüştü. Söz konusu yazıda şu bilgiler yer alıyordu:
Richardson ve ekibinin bildirdiğine göre, Haeckel sadece organlar eklemek ya da çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda farklı türleri birbirlerine benzer gösterebilmek için büyüklükleri ile oynamış, bazen embriyoları gerçek boyutlarından on kat farklı göstermiş. Dahası Haeckel farklılıkları gizleyebilmek için, türleri isimlendirmekten kaçınmış ve tek bir türü sanki bütün bir hayvan grubunun temsilcisi gibi göstermiş. Richardson ve ekibinin belirttiğine göre, gerçekte birbirlerine çok benzer olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim süreçleri açısından çok büyük farklılıklar bulunuyor. Richardson "(Haeckel'in çizimleri) biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri gibi gözüküyor" diyor.95
Mart 2000 yılında Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould ise, söz konusu sahtekarlığın çoktan farkında olduğunu söylüyordu. Ama deccaliyetin bir gereği olarak sessiz kalmayı tercih etmişti.96 Çizimlerin bir sahtekarlık olduğunun kamuoyu tarafından öğrenilmesinin ardından da Gould, bu çizimlerin halen kullanılmasının akademik anlamda cinayet olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyordu:
Bence, modern ders kitaplarının çoğunluğunda olmasa da büyük bir bölümünde, bu çizimlerin hala yer almasına izin veren akılsız bir geri dönüşüm çağından dolayı hem şaşkınlık duymalı, hem de utanmalıyız.97
Haeckel'in sahtekarlığı o kadar açıktı ve o kadar büyüktü ki, Haeckel, beş ayrı profesör tarafından konu ile ilgili olarak sahtekarlık yapmakla suçlandı ve Jena'daki üniversite mahkemesi tarafından suçlu bulundu.98
İngiltere Doğa Tarihi müzesinden Sir Gavin de Beer ise bu büyük bilimsel utancı şu sözlerle dile getiriyordu:
Kolay, düzenli ve inandırıcı, eleştirel bir inceleme yapılmadan geniş kitleler tarafından kabul edilmiş olan Haeckel'in 'rekapitülasyon teorisi' gibi çok nadir iddia, bilime bu kadar büyük bir zarar vermiştir.99
sahte embriyo çizimleri
Solda, günümüzde bir biyoloji kitabı, Haeckel'in sahte çizimlerini kullanarak sahte evrim propagandası yapıyor. Bu durum, Darwinist aldatmacanın ne kadar geniş çapta ve pervasızca uygulandığının önemli bir kanıtıdır.
Haeckel'in bu sahte çizimleri, aslında Darwinistler adına amacına ulaşmıştır. Bu çizimlerin bir bilim sahtekarlığı olduğu açıklanmasına rağmen, pek çok kesim bu sahte çizimleri gerçek zannederek olumsuz yönde etkilenmiş, bilimsel geçersizliğine rağmen okullarda süregelen eğitim insanın canlılara yönelik genel bakış açısını olumsuz yönde değiştirmiştir. Creation Research Society (Yaratılış Araştırma Kurumu) ve Institute of Creation Research (Yaratılış Araştırma Enstitüsü) vakıflarının kurucusu Henry M. Morris bu durumu şu şekilde değerlendirmiştir:
Darwin'den - ve özellikle de Freud'dan - itibaren, psikologlar insanın sadece evrimleşmiş bir hayvan olduğunu farz etmiş ve davranış problemlerini hayvani bir bazda değerlendirmişlerdir. İnsan problemleri ile ilgilenirken maymunlarla ve diğer hayvanlarla (hatta böceklerle) yapılan deneyler rehber olarak kullanılmıştır.
Çok önceleri bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen, rekapitülasyon teorisinin acı meyveleri toplumun birçok alanında gelişmeye başladı…100
Bilimsel anlamda bir utanç olarak nitelendirilen, bazı evrimciler tarafından bile bir delil olarak sunulması şaşkınlıkla karşılanan Haeckel'in sahte çizimleri, hayret verici bir şekilde halen çeşitli ders kitaplarında yerini korumaktadır. Bu şaşırtıcı durum, Darwinizm aldatmacasının hangi boyutlara ulaştığını gösterir niteliktedir. California Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan Wells bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
Pek çok ders kitabı Haeckel'in çizimlerinin çok az farklı yeni versiyonlarını kullanmaktadır. Bunun bir örneği, Peter Raven ve George Johnson'un Biology adlı kitabının 1999 baskısıdır...
Diğer bir örnek, Cecie Starr ve Ralph Taggart'ın 1998 baskılı, The Unity and Diversity of Life (Hayatın Birliği ve çeşitliliği) adlı kitabıdır. ... James Gould ve William Keeton'ın Biological Science (Biyoloji Bilimi) adlı kitabının son baskısı ise şu ifadeye yer vermektedir: "Darwin'i evrim fikrine götüren embriyolojik bir gerçek, çoğu omurgalının erken dönem embriyolarının birbirlerine yakından benzemesidir." Burton Guttman'ın 1999 baskılı Biology ders kitabı ise Haeckel'in embriyo çizimlerinin yeniden çizilmiş yeni versiyonunu şu başlıkla vermektedir: "Bir hayvanın embriyolojik gelişimi onun atalarının yapılarına ilişkin ipuçları taşır."101
Haeckel'in sahte çizimlerinin halen biyoloji ders kitaplarında, sanki evrime bir delilmiş gibi kullanılması kuşkusuz ki basit bir hata değildir. Sahte olmalarına rağmen bu çizimlere, ders kitaplarında kasıtlı olarak yer verilmektedir. Bunun kuşkusuz en önemli sebebi, söz konusu sahte çizimlerin Darwinizm'in temel noktasına, yani insanın sorumsuz bir hayvan olduğu yalanına önemli bir sahte kanıt oluşturmasıdır. Jonathan Wells, Darwinist bilim adamlarının kasıtlı olarak savunmayı sürdürdükleri bu yalan ile ilgili şu yorumu yapmıştır:
Haeckel'in embriyoları, Darwin teoremi için öylesine güçlü bir "kanıt" sunuyordu ki, o embriyoların bir versiyonu neredeyse evrimle ilgili her ders kitabında bulunabilir. Buna rağmen biyologlar, Haeckel'in çizimlerini uydurduğunu bir asırdan fazla bir süredir bilmektedirler; omurgalıların embriyoları onun gösterdiği gibi benzer görünmezler asla. Dahası, Haeckel'in "ilk" diye adlandırdığı evre, aslında gelişimin ortasıdır; onun abarttığı benzerliklerden daha önceki gelişim evrelerinde çarpıcı farklılıklar görülür. Şunu biyoloji ders kitaplarını okuyarak öğrenemezsiniz: Darwin'in "en güçlü birinci sınıf kanıtı", kanıtın bir teoreme uyması için nasıl çarpıtılabileceğinin klasik bir örneğidir.102
Deccal'in planladığı bir yalanın çarpık bir teoriye sahte delil olarak sunulması ve etkili olması Darwinistlere kendilerince kısa süreli bir sevinç getirse de, aslında bu Darwinistler adına bir hüsranın habercisidir. Haeckel'in çizimleriyle insanlar, kıdemli bir bilim adamının Darwinizm uğruna nasıl büyük sahtekarlıklar yapabileceğini görmüşlerdir. Bu örnekle Darwinizm'in sürekli olarak "yalana" ihtiyaç duyduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Evrimci bilim adamlarının sahtekarlığa nasıl göz yumabildikleri açıkça görülmüştür. Haeckel'in sahtekarlığı, yaratılış karşısında evrim teorisinin, deccaliyet sisteminin yok olmuş olduğunun başka bir önemli kanıtıdır. 20. yüzyılda, bu sahtekarlığın keşfi sessizlikle karşılanmış olabilir. Ama 21. yüzyıl bu ve bunun gibi sahtekarlıkların açıkça ortaya konduğu ve gerçek bilimsel delillerin sergilendiği yüzyıldır. Sahtekarlıklar açığa çıkarıldıkça ve gerçek bilimsel deliller geldikçe, Darwinizm'in çöküşü de kuşkusuz daha belirgin bir hale gelmektedir.

16. Atın Evrimi Serisi Bir Sahtekarlıktır

1879 yılında dönemin tanınmış evrimcileri arasından iki isim, hayali atın evrimi senaryosuna kanıt olarak gösterilmeye çalışan canlılarla ilgili çalışmaları daha da ileri götürerek Darwinistlerin uzun yıllar gündemde tutacakları at serisini oluşturdular. Amerikalı fosil araştırmacısı Othniel Charles Marsh ile Thomas Huxley (Darwin'in bulldog'u olarak da tanınır), bazı toynaklı fosilleri, arka ve ön ayaklarındaki tırnak sayılarına ve diş yapılarına göre dizerek bir şema oluşturdu. Daha önce Sir Richard Owen tarafından 1841 yılında Hyracotherium ismini verdiği küçük bir memeli fosili, sözde evrim çağrıştıracak şekilde yeniden isimlendirilmiş ve 'Şafak Atı' anlamına gelen Eohippus adını almıştı. İddialarını şemalarıyla birlikte, American Journal of Science isimli dergide yayınlayan ikili, bir yüzyıl boyunca müze ve ders kitaplarında Eohippus'tan günümüz atlarına doğru sıralanan -sözde evrimin kanıtı olarak gösterilecek- serinin temellerini atmışlardı. Bu hayali serinin aşamaları olarak gösterilen önemli kategoriler Eohippus, Orohippus, Miohippus, Hipparion ve nihayet günümüz atı Equus'tu.
Bu hayali seri, sonraki yüzyıl boyunca atın sözde evrimine en büyük kanıt olarak gösterildi. Tırnak sayısındaki düşüş, ebatta ise küçükten büyüğe doğru giden düzenli artış evrimcileri ikna etmeye yetmişti.
Kısa bir süre içinde at serisi kendi içinde çelişkiler sergilemeye başladı. Yapılan kazılarda rastlanan ve sahte at serisine dahil edilmeye çalışılan yeni fosiller sorun oldu. Çünkü fosillerin yeri, yaşı, tırnak sayısı gibi özellikler birbirleriyle çelişkili bir durum oluşturarak seriyi bozmaya başlıyordu. At serisi bu yeni bulgular karşısında tutarsız ve anlamsız bir fosil yığınına dönüştü.
Zamanla pek çok Darwinist atın evrimi senaryosunun gerçek kanıtlara dayanmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştı:
Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.103
atın evrimi 
Atın hayali evrimi ve söz konusu sahte atın evrimi şemasındaki bir başka tutarsızlık da zamanlama problemidir. Doktor Nicholas Comninellis bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar:
Atın evrimi önerisindeki bir diğer engel de zamanlamanın tutarsızlığıdır. Evrim teorisi, bir türün, o şekilde yaşama daha iyi adapte olduğu için, bir başka türe evrimleşmeye eğilimli olması anlayışına dayanır. Bu baştaki türün yok olmasına yol açar. Atlardaki vakada, 3 toynaklı türün, tek toynaklı tür kadar sıhhatli olmaması gerekirdi. Evrim, türler arasındaki geçişin gerçekleşmesi için milyonlarca yıl gerektirir ki, ilk türün ortadan kaybolması için fazlaca vakit vardır.
Fakat bugün biliyoruz ki, hem tek toynaklı, hem de üç toynaklı türler Kuzey Amerika'da beraber yaşamışlardı. At çeşitlerinin aynı anda var olduğu gerçeği, evrim teorisinin açıklamasıyla bütünüyle tutarsızdır. Buna ek olarak Hyracotherium, Miohippus ile Equus arasındaki kayıp halkalar asla bulunamamıştır. Evrime destek olması bir yana dursun, atın tarihi daha çok özel yaratılışla uyumludur - günümüzdeki eksiksiz canlılar aynı anda yaratılmışlardır.104
Atın evrimi senaryosunun geçersizliğinin açıkça ortaya çıkmış olmasına ve bu durumun Darwinistler tarafından da kabul görmüş olmasına rağmen, bu hayali seri diğer Darwinist sahtekarlıklar gibi hala bazı Darwinist yayın ve ders kitaplarında kullanılmaktadır. Bu seri adeta gerçek gibi sunulmakta, hatta dünyaca ünlü paleontologların ve bilim adamlarının idaresinde bulunan doğa tarihi müzelerinde açıkça sergilenmektedir. Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin müdürü evrimci paleontolog Dr. Niles Eldredge, bizzat kendi müzesinde sergilenmekte olan at serileriyle ilgili evrimci iddiaların sadece hayalgücüne dayandığını yaklaşık 20 yıl önce kabul etmişti. Eldredge, bu spekülatif serinin, ders kitaplarına girecek şekilde bilimsel bir gerçek olarak gösterilmesini de eleştirmiştir:
İtiraf ediyorum ki ders kitaplarına rahatsız edici miktarda fazla şey sanki gerçekmiş gibi girdi. Mesela bunun en ünlü örneği, 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta sergilenmekte olan atın evrimi sergisidir. Bu, sayısız ders kitabında tartışmasız gerçek gibi gösterilmiştir. Ben şimdi bunu esef verici buluyorum çünkü, bu tür hikayeleri ortaya atan insanların, bunların [fosillerin] bir bölümünün spekülatif doğasından, bizzat kendilerinin haberdar olduğunu düşünüyorum.105
Darwinist Eldredge'in tespiti son derece doğrudur. Kasıtlı çarpıtmalar deccaliyetin özünde olduğu için, bu sisteme sahip çıkanlar da aldatmacaya başvurmaktadırlar. Yukarıda sayılan tüm örnekler, Darwinizm aldatmacasının fazlasıyla deşifre olmuş, sahteliği Darwinist bilim adamları tarafından dahi mecburen kabul edilmiş belli başlı örneklerdir. Bu örnekler deccaliyet sisteminin iç yüzünü göstermek için yeterlidir. Fakat asıl olarak şunu hatırlamakta fayda vardır: Evrim teorisi, yani Darwinizm ideolojisi, Allah'ı inkar amaçlı bir yalan üzerine kuruludur. Dolayısıyla Darwinizm'in getirdiği her iddia, her öneri, her delil yalandır. Şimdiye kadar duymuş olduğunuz bütün "evrime delil bulundu" ifadelerinin, "canlılar evrimleşti" açıklamalarının, "insanın şempanzeyle ortak ataları" sözlerinin tamamı yalandır. Darwinistler bir yalanı savunurlar. Bunun nedeni deccaliyet sistemine olan mantıksız itaat ve bağlılıkları, sırf Allah inancı ile mücadele halinde olabilmek için batıl Darwinizm dinine yönelik körükörüne sadakatleridir.
Oysa batıl bir inancın, büyük bir yanılgının içindedirler. Her şeyin Sahibi ve Yaratıcısı olan Yüce Allah ayetlerinde şöyle buyurur:
Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 85)
Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)